Akşama doğru hava bozuldu ve yağmur yağmaya başladı. Mutfakta vakit geçiriyordum. Düşüncelerimden kaçmak için en sevdiğim terapi yöntemi pişirmekti. Şimdiye kadar bir tepsi kapkek, bir tepsi browni, bir kalıp da limonlu kek pişirmiştim. Ayrıca cookie ve kruvasan da yapmıştım. Hepsinden tırtıklamış, karnımı şişirmiştim. En son yorulduğumu fark edip kendimi koltuğun üzerine attım.
Serra geldiğinde gözlerine inanamadı.
"Sen gerçekten delisin."
"Kafam çok karışık, başka türlü dikkatimi dağıtamıyorum."
"Güzelim kim yiyecek bu kadar tatlıyı?"
"Kalanları dondurucuya atarım, mühim değil."
"Ben anca çeyreğini alabilirim bunların."
"Olsun, ben yerim hepsini."
"Çılgınsın, gerçekten. Anlat bakalım terapi nasıl geçti?"
"Ertan bey sekse ara vermemizi, sorunlarımızı sevişerek çözmeye çalışmanın mantıklı olmadığını anlatmaya çalıştı. Deniz de inat etti. Saçma bir görüşme oldu."
"Haklı adam. Daha şimdiden sorunları bu şekilde çözmeden ortadan kaldıramaya çalışırsanız ileride büyük sıkıntı olur, patlarsınız."
"Karısı çok güzeldi Serra. Ve hala ona aşık."
"Kim aşık?"
"Karısı. Deniz ne hissediyor kestiremiyorum. Bana beni sevdiğini, aşık olduğunu anlatıyor ama bir tarafım ona asla güvenmemem gerektiğini söylüyor."
"Bilemiyorum, seni bu şekilde onunla tanıştırması aslında çok yanlış. Ama kartları açık oynamak istiyor da olabilir hakkını yememek gerek."
"Kıskançlıktan kudurdum resmen. Ben kıskançlık duygusuna sahip olduğumu bile bilmiyordum. Daha önce hiç kimseye böyle nefret dolu bir kıskançlık beslememiştim."
"Off ya. Çok merak ettim."
Yarım saat kadar balonun dedikodusunu yaptık. Sonra Serra daha fazla Mark'ı yalnız bırakmak istemediğini söyleyip kalktı. Ben de tatlılarımla baş başa kaldım.
&
Ağzıma bastırılan terli bir avucun boğduğu bir çığlıkla uyandım. Başka bir el geceliğimin altına girmiş, etimi mıncıklayıp çürütürken, ezici bir ağırlık da soluğumu kesiyordu. Panik sardı içimi, deli gibi tekmeler atarak çırpınmaya başladım.
Elinin ayası burun deliklerimi kapatıyor, hıçkırıklarım ciğerlerimi yakıyordu ve ben nefes alamıyordum. Gözümün önünde noktalar uçuşmaya başlamıştı, göğsüm yanıyordu.
Bir kez daha çabaladım. Hava almam lazımdı.
"Nil. Uyan."
Bu sert emirle açılıverdi gözlerim. Kollarımı kavrayan ellerden kurtardım kendimi ve özgürlüğüme kavuştum. Tırnaklarımı yatağa geçirdim. Ayaklarıma dolanan çarşaflarla mücadele ettim. Yataktan düştüm.
Yere çarpmanın sarsıcı etkisiyle tamamen uyandım ve acıyla korkunun birbirine karıştığı berbat bir ses çıkardım.
"Tanrım! Nil, kahretsin! Dur! Bir yerini acıtacaksın!"
Havayı kocaman yudumlarla içime çekerek banyoya doğru emeklemeye başladım.
Deniz beni yerden alıp göğsüne bastırdı. "Nil."
"Midem." dedim zorlukla.
"Bana bırak." dedi sert bir sesle ve güçlü, seri adımlarla taşıdı beni. Klozetin yanına götürüp kapağı açtı. Ben öğürürken yanıma diz çökerek, saçlarımı tuttu. Bir yandan da sıcak eliyle sırtımı okşuyordu.
"Şşş bebeğim..." diye mırıldandı. "Tamam artık güvendesin."
Midem boşaldığında sifonu çektim ve terden sırılsıklam olmuş yüzümü koluma yasladım. Rüyamdan arta kalanlar dışında bir şeye odaklanmaya çalışıyordum. Yediğim tüm tatlıları kusmuştum. Deniz midemden çıkanları görünce çok tiksinmiş olmalıydı. Iyyy.
"Bebeğim."
"Sen ne yapıyordun, yeni mi geldin?"
Sorum karşısında önce beni ayağa kaldırdı.
"Yapmam gereken işler olduğunu söylemiştim ya sana." Gece yarısına kadar mı?
"Ne işleri?"
"Önemli değil."
Elinden sıyrılıp dişlerimi fırçalamak için lavaboya gittim. Bir sır daha mı? Kaç tane sırrı vardı acaba?
Ağzımı çalkalayıp fırçamı yerine bıraktım.
"Duş almaya ihtiyacım var."
Deniz suyu açıp soyunmaya başladı ve çok şükür ki o şahane, sımsıkı vücuduyla dikkatimi dağıtmayı başardı. Kasları sert ve biçimli, yapısı ince ama güçlü ve zarifti.
Giysilerimi düştükleri yere bırakıp bir iniltiyle girdim sıcak suyun altına. O da arkamdan girdi duşa ve saçlarımı kenara çekerek omzuma bir öpücük kondurdu.
"Nasılsın?"
"Daha iyi."
Kollarını dikkatle doladı belime.
"Ne görüyordun rüyanda?"
Derin bir soluk aldım.
"Belki bir gün rüyalarımız hakkında konuşuruz, ha?"
Parmak uçları kalçamın kenarlarında dolaşırken sert bir soluk aldı. "Demek öyle?"
"Evet." diye mırıldandım. "Aynen öyle."
Uzunca bir süre etrafımızı saran buharın ve sırların ortasında kaldık. Birbirimize fiziksel olarak yakın ama duygusal olarak uzak, öylece durduk suyun altında. Nefret ettim bu durumdan. Ağlama isteğiyle baş etmek zordu, direnmedim. Kendimi bırakmak iyi geldi. Gün boyu hissettiğim baskı akıp gitti ben ağladıkça.
"Bebeğim."
Sırtıma yaslandı Deniz ben ağladıkça. İri bedeninin koruyu kalkanı sakinleştiriyordu beni.
"Ağlama. Tanrım. Dayanamıyorum. Söyle bebeğim. Neye ihtiyacın var, söyle."
"Yatıp uyuyalım. Çok uykum var."
Hızla suyun altından aldı beni. Bir havluya sardı ve yatağa taşıdı. Saçlarım için de küçük bir havlu getirmişti ve kafamı incitmemeye özen göstererek sardı saçlarımı. Beni tamamen kurulayıp, banyodan aldığı pijamalarımı giydirdi özenle.
Arkamdan sarıldığını hissettiğimde çoktan uyku esir almıştı beni.
&
Sabah yatak odamdan dışarı süzüldüğümde saat altıyı biraz geçiyordu. Bir süredir uyanıktım ve Deniz'in uyuyuşunu seyrediyordum. Nadiren yakaladığım bir fırsattı bu, çünkü ondan erken uyandığım hiç olmuyordu neredeyse. Huzursuz etme endişesi duymadan gönlümce seyredebilmiştim onu.
Hızla bir kahve demleyip bahçeye çıktım. Bir sigara içmeye ihtiyacım vardı. Kan şekerimin düştüğünü hissederek bir dilim kek almak için içeri girdiğimde Deniz'i onlara yumulmuş halde yakaladım.
"Afiyet olsun, günaydın."
Sesimle süt dökmüş kedi gibi bakmaya başladı bana. Bu hali beni gülümsetmişti.
"Sen kafayı yemişsin. Bunlar da ne böyle?"
"Güzel değil mi tadı?"
"Şahane. Ama kim yiyecek bu kadar şeyi?"
"Stresliyken hızımı alamadım."
"Beni şaşırtmaya devam et böyle, her gün."
"Dalga geçmeyi bırak, işin yok mu senin!"
Benim uyarımla hızla toparlandı ve saati kontrol edip yanıma geldi.
"Seni arayacağım, akşam için plan yapma."