Deniz gittikten sonra işlerimin başına dönmem zaman aldı. Hala olanları sindirebilirmiş değildim. Kalan kahveden bir kupa daha doldurdum kendime.
Mutfak hala geçen gün yaptığım tatlılarla doluydu. Kulaklıklarımı takıp ortalığı toparlamaya başladım. Yiyeceğim bir kısmını ayırıp kalanları dondurucuya attım. Tezgahın üzerinde kalan tabakları yıkarken arkamda biri olduğu hissine kapılıp irkildim. Aniden döndüm. Kimse yoktu.
Delirme dedim kendi kendime. Yeniden başlama bu paranoyakça hareketlere.
Hızımı alamayıp mutfak dolaplarını silmeye başladığımda saat dokuza geliyordu. Serra bu saatlerde çoktan gelmiş olurdu. Endişelenmeli miydim emin olamadım. Onu aradım. Tek çalışta açtı telefonu.
"Efendim güzelim?"
"Seni merak ettim. Bugün yürüyüş yok mu?"
"Şimdi çıkıyorum evden. İstediğin bir şey var mı?"
"Yalnızca sen."
"Geliyorum canım, haydi görüşürüz."
Telefonu kapattım. Banyodan bir sigara alıp elimde kupa ile bahçeye çıktım. Mart'ın sonu geliyordu artık. Havalar iyice ısınmıştı. Acaba bugün sahile mi gitsem diye düşündüm. Belki bilgisayarımı da alırdım yanıma. Deniz bana her zaman ilham verirdi.
İnanılmaz bir tıkanıklık yaşıyordum. Düşüncelerimi yazıya dökebilecek kadar uzun süre kafamda tutamıyordum. Sonra elimdeki sigarayla bakıştım. Daha az içseydim muhtemelen başarılı olurdum.
Orada uzun bir süre oturmuş olmalıyım ki Serra göründü uzaktan. Koşarak neşeli bir şekilde geldi yanıma. Ona olanları anlattığımda yüzü şekilden şekile girdi.
"Vay canına. Az değilsin Nil."
"Ben..."
"Bilerek adamı kudurttun, değil mi?"
"Hayır, gerçekten istemsizdi. Ona buna kadar öfkeli olduğumu kendim bile bilmiyordum."
"Aman iyi olmuş. Değerini anlamış oldun."
"Bu şekilde olmamasını tercih ederdim."
"İzmir ne kadar da küçük, yıllar sonra... Bu şekilde karşılaşmanız. Belki de Deniz hayatında olmasaydı."
"Dinlemek istemiyorum." Kibarca susturdum arkadaşımı. O ihtimali ben de düşünmüştüm çünkü. Muhtemelen şu an Bora ile olurdum. Yaptığı jest ile beni tekrardan kandırmış olurdu.
"Bugün için bir planın var mı?" Serra'nın sorusuyla düşüncelerimden kurtuldum hemen.
"Evde kafayı bulmayı düşünüyorum. Belki biraz çalışırım. Son günler..." duraksadım. "Yorucuydu."
"Tahmin edebiliyorum." dedi canım arkadaşım.
"Sen nasılsın?"
"İyiyim. Benim hayatım senin kadar heyecanlı değil."
"Benim de değildi." dedim ve çitlerimi gösterdim.
"Şuraya bir araba çakılana kadar.""İyi ki çakılmış." dedi Serra gülerek.
Gerçekten de. Ne olurdu acaba Deniz hayatıma girmeseydi. Ondan bahsettiğimizi hissetmiş gibi telefonum titredi. Mesaj ondan gelmişti.
'Beni bekleme, bugün iptalim.'
Cevap vermedim. Canım sıkılmıştı bu duruma.
&
Öğlen sakin geçmişti. Mutfakta tavuklu lazanya yapıyordum. Anlık bir merakla Deniz'i aramaya karar verdim. Telefon uzun uzun çaldı.
"Efendim?"
"Selam."
Bir an hiç ses çıkmadı. Sonra "Bekle" dedi.
Bir kapının açıldığını duydum. Telefondaki ses değişti. Az önce durduğu yerden uzaklaşmıştı.
"Her şey yolunda mı?" diye sordu.
"Hayır." Yorgun gözlerimi ovaladım. "Seni özledim."
İç geçirdi. "Ben... Ben şu anda konuşamayacağım Nil."
"Neden? Bana neden soğuk yaptığını anlayamıyorum. Yanlış bir şey mi yaptım?"
Birtakım mırıltılar duydum ve Deniz'in telefonun mikrofonunu kapatıp başka biriyle konuştuğunu fark ettim. Berbat bir ihanet duygusuyla sıkıştı göğsüm.
"Deniz. Yanında kim var?"
"Kapatmak zorundayım."
"Yanındakinin kim olduğunu söyle bana!"
Hat kesildi. Başımı eğip telefona baktım. Sanki az önce olanları bana açıklayabilecek şey oymuş gibi.
Baraj yıkılıverdi, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım.
&
Kabusları kabus yapan, insanları hazırlıksız yakalamalarıdır. En kırılgan olduğunuz zamanları bulup sessizce yaklaşırlar ve tamamen savunmasız olduğunuz bir anda ortalığı yıkıp geçerler.
Ve bunlar siz uyurken olmak zorunda değildir.
İçer girdiğimde Ertan bey bana ofisinin açık kapısından el salladıktan sonra elimi sıkmak için masasından kalktı.
"Nasılsın Nil?"
"Daha iyi zamanlarım olmuştu."
Bakışları yüzümde dolaştı. "Yorgun görünüyorsun."
"Yorgunum." dedim kuru bir sesle.
Omzumdan geriye doğru bakındı. "Deniz nerede?"
"Bilmiyorum."
"Pekala." Kanepeyi işaret etti. "Baş başa konuşmak için fırsat çıkmış oldu böylece bize. O gelmeden özellikle konuşmak istediğin bir şey var mı?"
Oturup Ertan bey'e içimi döktüm.
"Bir türlü anlayamıyorum. Bir derdi olduğunu hissediyorum ama bana açılmasını sağlayamıyorum."
"Geçen randevusuna gelmediğini söylemiş miydi sana?"
"Hayır." Bu haber sarsmıştı beni. "Hiçbir şey söylemedi."
"Bana da söylemedi. Ben bunun ondan beklenmeyecek bir tutum olduğunu düşünüyorum. Sence haksız mıyım?"
Başımı iki yana salladım.
Ertan bey ellerini kucağında birleştirdi.
"Bazen içinizden biri, bazen ikiniz birden bir parça gerileyebilirsiniz. İlişkinizin doğası dikkate alındığında beklenen bir durum bu. Yalnızca ikili ilişkiniz üzerinde çalışmıyorsunuz siz. Çift olabilmek için kendi kişilikleriniz üzerinde de çalışıyorsunuz."
"Ama ben bununla baş edemiyorum." Derin bir soluk alıp devam ettim.
"Ruh halinin bir iyi bir kötü olmasıyla baş edemiyorum. Delirtiyor bu beni."
"Peki bununla baş etmeyi bırakırsan olabilecek en kötü senaryo nedir?"
"Bana mı soruyorsunuz?"
"Evet."
"Deniz benden uzaklara savrulmaya devam eder. Ben de giderek daha yapışkan olmaya başlarım ve kendime olan saygım dibi görür. Ve sonunda o kendi yoluna gider, ben de aklımı yeniden başıma toplayabilmek için terapiye geri dönerim."
"Bu olmak zorunda mı sence?"
"Bilmiyorum. Belki." Bakışlarımı duvardaki saatten ayırdım.
"Ama saatin neredeyse yedi olduğu ve Deniz'in bu akşam ikimizi de ektiği düşünülürse olabilir gibi görünüyor."