"Zeynebim;
Eğer şuan bunu okuyorsan büyük ihtimal kafanda beni bitirmek istediğin için anılarımızı yakmaya geldin. Ben de kafanda her şeyi bitirdikten sonra bana olan nefretin sevgini geçtiğinde bunu okumanı gerçekleri öğrenmeni istedim. Bana kızar mısın? Mektubu yırtıp atar mısın? Ya da kırılır mısın? İnan kestiremiyorum. Seni tanıyorum diyemem. Çünkü sen beni çok tanıdığına inanırken beni hiç tanımadığını fark ettin öyle değil mi.
Bir vedayı bir ayrılığı hak ediyordum diye düşünüyorsundur belki... Hayır düşünmezsin. Yanında olsaydım ve sen gitmek istediğimi anlasaydın yanından ayrimazdın beni, aynı bir annenin çocuğunu yanından ayırmadığın gibi. Ama gitmem gerekiyordu. Kalamazdım her şeyi bilirken. Seni sevdiğim için kalamazdım, beni sevdiğin için kalamazdım. Sevgi böyle bir şey çünkü. Bir fedakarlığın iki tarafı da incitmesi ama geriye dönüpte baktığında gerçekten gerekmesi. Yapılması yaşanması gereken şeyler için yapılmaması, yaşanmaması gereken şeyler vardı.
Yapılması gereken şey senin okumandı. Yaşanması gereken şey yaşaman gereken güzel günlerindi. Arkadaşlarınla eglencelere gitmek, lunaparka gidip eğlenmek ve bunun gibi şeyler. Annen baban olmalıydı bir kere yanında. Çocuktun daha sen, 18 yaşında bir çocuk. Anne baba sevgisine aşktan daha çok ihtiyacın vardı çünkü. Şimdi bunu kaç yaşında okuyorsun bilmiyorum gerçi. Cidden kaç yıl geçti o günün üzerinden. Ne kadar zaman benim yokluguma sarılmaya çalıştın. Kaç gün duvarın omzuna yasladın başını beni hayal ederek.
Peki ya büyüdün mü şimdi. Pişirdi mi hayat seni de hiç olmadık bir zamanda, hiç olmadık bir yerde... Seninde gözünde ki parlak ışıltı söndü mü ansızın bir balkon seyrinde.
Hayat seni de büyütecek kadar acımasız oldu mu?Gittim ben. Kalbinden ülkelerce uzağa bedeninden sadece bir kaç kilometre sonrasında bana çıkan başka bir şehire. Sokakları sen kokmayan, kedilerini senin sevmediğin, gökyüzünde hayallerinin olmadığı, kalbinin güzelliğiyle anlam kazanmayan bir şehire geldim.
Kolay olmaz belki ama alışırım. Çünkü benim mutluluğum senin mutluluğundan, senin mutluluğunda okumaktan geçiyor. Doktor ol Zeynebim. Babana inat ol. Belki bir gün hastan olarak gelirim kapına.Hakan"
Elimde ki mektubu yavaşca komidinin üzerine bırakıp hemen yanı başımda duran yatağın kenarına oturdum. Okuduklarımı sindirmeye çalışırken mektubun sonunda ki tek bir isim içimi parçalamıştı. Hakan... Zeynep annemin adıydı ama Hakan... Hakan babamın adı değildi. Annemi bu kadar güzel seven babam değildi. Annemin anlattığı anılar aslında babama ait değildi.
O kutunun içinde ki asker künyesi... Geriye kalan diğer mektuplar... Annemin yıllardır sakladığı o kitap... Ve çocukluğumdan beri annemle babama ait sandığım aşk onlara ait değildi. Annemin hikâyesi çok başkaydı. Kendinden bile sakladığı bir hikaye. Yıllar süren saklambaçın sonunda rastgele benim karşıma çıkan anılar ve acılar.
Annemin bir adamlabir hikâyesi vardı. Şuan aynı annem gibi çocukları ve eşi olan bir adamla... Çevik'in babasıyla...
***
Elimde ki kutuyu aldığım yere aynı şekilde yerleştirip odayı baştan aşağı aramaya devam ettim. Bir yerlerde, benim bakmayı akıl edemediğim bir yerlerde o altınlar olmalıydı. Bankaya yatırmamışlardı. Emindim. Ve emin olduğum diğer şeyse o altınları hemen bulmam gerektigiydi.
Bir süre gözüm eski bir bohçaya takıldı. Vakit kaybetmeden eski bohçanın fermuarını açıp içindekileri boşaltmaya başladım. Elime gelen patiklerden birinin fazla ağır olduğunu fark edince hızlıca patiği açıp içinde ki altınları ortaya çıkardım. Gözlerim neşeyle parlarken , sevincin tatlı heyecanına kapılıp yakalanmamak için elimden geleni yapmaya devam ettim. Aldıklarımı hızlıca yerine yerleştirip altınları da çantama doldurdum. Ardından annemgil eve dönmeden hızla odalarından çıktım.
Kapıyı kapatmadan önce son kez gözümü odanın içinde gezdirdim. Annemin babamla paylaştığı ama hakan amcanın anılarıyla yaşadığı odaya kısa bir bakış atıp, bir süreliğine kapıyı kapattım ve koşar adım evden çıktım.