Sırtımı gözler tüfek

237 11 31
                                    

Bölüm şarkısı: Ahmet Kaya- Beni vur

1990

Yılbaşı bile pek neşeyle gelmese de çoktan su gibi geçmişti aylar. Nisan ayının verdiği huzura rağmen İstanbul hala sisli bir havadaydı, oysa şubatta bırakması gerekiyordu bu halini.Olağan olaylar bitse de davalar ve isyanlar son bulmamıştı hala, esmer gençte bu isyanın en içindeydi. Ölümüne savunurdu davasını, öyle ki ne ailesi ona engel olabilmişti ne de en yakın arkadaşları. Belinde hissettiği soğukluk içine pişman olacağı tohumları yeşertirken bulunduğu er meydanından kaçmanın vermiş olduğu sakinlik ile adımlarını olduğundan daha da ağırlaştırmıştı. Sokakları solunda bırakarak yürüyordu şimdi düz yolda, arkasında birisinin olmamasından emin olmak istiyordu ondan sürekli arkasına bakıyordu. Davadaşları ona çok kızacaktı, isyanın başı kendisi olmasına rağmen herkesi bırakıp kaçmıştı. Tek derdi o er meydanında onu görmek, ona biraz daha sataşmaktı. Lakin başlattığı bu ufak alev çoktan büyümüştü, kaçmak ihtimalleri arasında bile değildi. Korkak hiç değildi ama onu orada göremeyince endişesi artmış onu aramaya koyulmuştu savaş, şimdi ise tam karşısında,onun sokağının önünde duruyordu. Birkaç adım attı sokağına doğru, içi cayır cayır yanarken bile onun kendisine ne yapacağını düşünüyordu. Belki yine döverdi? Belki daha kötüsü? Bunlar içinin titremesine neden olurken, çoktan kendini onun binasının önünde bulmuştu. Işıklar sönmüş ev ahalisi yatmıştı, belliydi. Onun camının olduğu yere bakmak için birkaç atım daha attı binaya doğru, ışığı yanmıyordu. Evde değilse nereye kaybolabilirdi? Belki o da kaçmıştı kendisi gibi? Adımlarını biraz daha gerilemişti şimdi. Onu görmek istiyordu kaçıp gitmesi haksızlıktı, çocuk değillerdi artık lise biteli nerdeyse 2 sene olmuştu. Sevdası başlayalı da öyle tabii, elini kalbine koyup tekrar düşüncelerinden sıyrılmaya çalıştı, karşısında bulunan bina pek buna müsaade etmese de deniyordu işte. İçinin sönmesi için herşeyi deniyordu ama sanki aklıyla yüreği öyle çatışıyordu ki, kendini yine onun önünde buluyordu. Kâh bir er meydanında kâh bir fırıncıda karşısında duruyordu, sinir küpünden ibaret olan oğlan ise onun ateşi harlıyor gibi ona hem kızıp hem sataşmaya devam ediyordu. Yapma demek çok isterdi ama o hakkı bile kendinde bulamıyordu işte savaş. Ne olurdu ona açılsaydı? En fazla sanırım ölümü elinden olurdu, zaten o kaosta silahını almamış gibi kapısında dikilmesi ayrı bir çelişkiydi.

Arkasından gelen seslere kulak kesilmeye kalmadan, koşturan ve elinde meşaleler olan topluluk çoktan ortadan kaybolmuştu. Geride bıraktığı yola adımlamaya mecali yoktu, sanki bu sokak onu iyileştirir gibi çivilenmişti yolun ortasına, ona kendini bağıra çağıra anlatmak çok istiyordu. İçini yakan geçen bu sevda artık bardaklardan taşıyor, bedenine ağır geliyordu. Salaksın,liseye geldiğim zamanlarda beni dövmene rağmen sana olan sevgimi anlayamayacak kadar körsün demek istiyordu ama savaşta biliyordu ki; bunları derse yine ondan üç posta dayak yiyecekti. Hiçbir günahım yokken beni neden dövüyordun şerefsiz, ben ananı mı öldürdüm? Ne istedin benden? Sadist misin? Ne geçiriyorsun ki aklından beni döverken?! demeyi de çok isterdi ama sus pus kalıyordu uzun süredir. Öyle ki bugün bütün iplerin koptuğu andı kurtuluş için, bırakmazdı savaşı. Ettiği laflar kurtuluşun sinirini kat kat yükseltmişti zaten silahını çalıp gitmesi de tuzu biberi olmuştu olayın.

Derin bir nefes alıp parkasının cebine elini attı sigara paketinden bir dal sigarayı dudaklarının arasına koydu. Ateşi yakmasına kalmadan omzundan bir elle arkasına döndürülmüştü. Kurtuluş karşısındaydı şimdi, donup kalmıştı işte yine karşısında. Savaşı gördüğüne pek sevinmiş gibi de görünmüyordu normaldi. Sağcı bir faşiştin silahını alıp kaçmak iyi bir yöntem değild ama kendini ve onu düşünüyordu. Davadaşlarını vursaydı eğer savaşta onu vururdu bunu kurtuluşda iyi biliyordu. Almasının nedenini daha açıklayamadan hatta ağzını açmadan çenesine yumruk yemişti. Kurtuluştan yediği ilk dayak olmadığı için alışkındı. ağzının ucundaki dal yeri boylamıştı, kendini toparlayıp geriye yalpalandığı yerden yeniden onun dibine girmişti. Uslanmıyordu savaş. "Ne vuruyorsun lan pilaki?"
Histerik sırıtışının ardından gülüşü yer almıştı kurtuluşun suratında. "Soruyorsun birde yüzsüzce?"

KURTULUŞ İÇİN SAVAŞLAR | BXBHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin