Biz geldiik...
Bölüme geçmeden önce, geçtiğimiz bölümde biraz sizleri fikir olarak ikiye bölen bir konuya değinmek istiyorum. Helen'in gidiş sebebini öğrenmek, şu ana dek onu tek suçlu ilan edip olaydan sıyrıldığımız için biraz ağır geldi sanıyorum ki :)
Despina'nın dışında kalan kimse tam anlamıyla haklı değil bu olayda benim açımdan. Helen'in kızını düzgünce düşünmeden kararlarını bencilce vermesi ve Timur'un yalnız bırakıldığı bir dönemde hep yanında oldu diye annesine olan yoğun güveni nedeniyle Helen'e inanmaması farklı açılarda ve oranlarda yanlış. Kimi suçlayıp kimi suçlamayacağınız tabii ki size kalmış ancak ben yazarken neler düşündüğümü belirtmiş olayım
Daha fazla oyalamıyorum sizi, buyurun bölüme, bol yorumla okumayı unutmayın
İyi okumalar!
~~~
İnsan bir şeyler anlatabildiğinde, sesini kendinden başkasına duyurmayı başardığında rahatlardı.
Ayrıntılara inmeden, istisnalarda kaybolmadan düşünüldüğünde doğruydu; insan anlattıkça rahatlardı. Bense bugün o istisnalardan birinin tam ortasındaydım.
Belki de hayatım boyunca en çok sesimi çıkartabildiğim gün bugündü, yıllarca içimden bile hiç dile getiremediklerimi iki ayrı kişiye duyurmuştum. Bile isteye mi olmuştu bu duyuruş, emin değildim ama günün sonunda elimde kalan gerçeklik bundan ibaretti.
Konuştuğumda yüklerim benden gidecek, tamamen kaybolmasa da en azından hafifleyecek umudum çok geç olmadan sönüp yok olmuştu. Kendimden bir şeyler eksiltememiştim, yüklerimin aynısını onlara da uzatıp sırtlanmalarını seyretmiştim.
Son bir saati buğulu bir camın ardından izliyor gibiydim. Bu bir saat başlamadan önce dinlediklerim, yani babamın ilk kez kendini geri çekmeden geçmişle ilgili benimle paylaştıkları henüz zihnimde düzgünce yerlerini bulabilmiş değildi. Dakikalar geçtikçe durulmak yerine tüm düşünceler çok daha hızlı bir biçimde zihnimde koşturup duruyorlardı.
Pars'ın arabasının arka koltuğunda, az önce boşalan öndeki iki koltuğu bakışlarımla öyle anlamsızca süzüyorken baktığım yeri aslında görebiliyor değildim. Tek yaptığım gözlerimi kapatmak yerine açık tutarak düşüncelerimde boğulmaktı.
Arka koltuğun ortasına doğru, her iki kapıya da eşit mesafedeydim. Sağımdaki kapı aniden açıldığında kendimi biraz sola doğru ittim panikle.
Pars arabayı kilitlemişti, o dönmeden kapının rahatça açılamayacağını biliyordum. Açılan kapının ardında onu göreceğimi düşünerek başımı çevirişim de bu nedenleydi. Sert şekilde açtığı kapıya sebebini anlamak ister gibi baktığımda karşımda Pars'ı göremedim.
Kapıyı açtığı gibi içeriye doğru eğilen, hızla yanıma yerleşen kişi Özgür'dü.
"Despina?" derken sesi hem merak doluydu hem de gergin gibiydi.
Güvende olduğumu anladığım için az önce fazlasıyla kasılan bedenim gevşedi. Özgür'ün soru dolu sesini yanıtsız bırakarak küçük bir çocuk gibi kollarımı uzattım ona doğru.
Hiçbir şey söylemedi. Beni kendisine doğru çektiğinde yüzümü omuzuna gömdüm. "Şşşt, tamam." dedi kısık bir sesle. "Ne oldu abim?"
Omuz silktim. Hiçbir şey olmadı der gibi yaptım bunu ama aslında o kadar çok şey olmuştu ki...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Düşten Farksız
Novela Juvenil*Aile/aşk kurgusu *Yetişkin içerik barındırır --- "Bir ay boyunca burada olduğumu bile fark etmeyeceksin. Tek derdim o mektupta yazanı gerçekleştirip, altında kalabileceğim tüm vicdan yükünden kurtulmak." Boş bakışlar atabilen tek kişinin o olmadığı...