17-ÇIPLAK RUHLAR

398 35 21
                                    

'Halbuki beden değil, ruh idi çıplak olan..'

İnsanlar türlü bahaneler peşinde debelenip dururken hiçbir şeye yetişemiyor, elde ettikleri tek sonuç kendi ölümleri oluyordu. Bu sanki, spor salonunda ki koşu bandında saatlerce koşmak ama makineyi durdurunca aynı noktada kaldığını anlamak gibiydi. Hayat, bir koşu bandından fazlası değildi. Bazen hızımızı düşürüp tempolu yürüyüş yapsak da hiçbir zaman tam anlamıyla duramıyorduk. Çünkü yaşayanlar hareketsiz kalamazdı, ölülerin işiydi bu.

Fakat benim gibi ölü kalamayanların değil.

Gerçi, tam anlamıyla yaşadığım da söylenemezdi.

Yaşamak neydi ki? Kalbin atması? Evet kalbim atıyordu. Nefes almak? Evet nefes de alabiliyordum. Yemek yemek? Belki. Sanırım bunlar yaşamsal fonksiyonları yerine getirdiğime dair sağlam işaretlerdi.

Ama gerçekten yaşamak neydi?

Bir amaç uğruna yaşamak, mücadele etmek ve ölmek. Bunları diyebilir miyiz? Kimileri için hayatının aşkını bulmak, yaşama amacıydı. Bazılarına göre de akademik kariyer. Çocuk yapmak isteyenler de vardı elbette, o bambaşka bir tutkuydu zaten. Hayatını, sonsuza kadar seveceğin ve kendi canından can kattığın birine adamak güzel bir felsefeydi doğrusu.

Ancak ben bunların hiçbirisine sahip değildim. Ne hayatını bana adayacak bir ebeveynim olmuştu bugüne kadar, ne de kendi çocuğum. Akademik kariyer ise Criosta da çok olağan birşey değildi ve evleneceğim adamın annesi yüzünden de yeni bir hayat kurma hayallerim suya düşmüştü.

Elimde ki tek şey Âiresti. Sahip olduğum tek tutku aşktı. Ve bu tek bir madde, benim listemin en başında durduğu için hayatımı buna adamıştım. Yaşadığımı hissettiren nadir zamanların hepsi, onun siyah harelerine baktığım zamanlarda oluyordu.

Az önce derin bir kabustan, daha doğrusu derin bir sudan kendimi zor kurtarmıştım ve nefes nefese gözlerimi açıp odamın tanıdık duvarlarını görünce sakinleşmeyi başarmıştım. Neden bir türlü kafamdan atamıyorum ki o lanet olası ölüm anını!? Onca yaşadığım gerçek üstü şeylere rağmen yalnızca bir gerçek kazınmıştı beynime.

Sadece suda değil, kendi kanımda boğulduğum o anda neler hissettiğimi unutamıyordum.

Belki de bu yüzden ölüler ölü olarak kalmalıydı, aksi taktirde geriye yaşamaya çalışan boş bedenler kalıyordu sadece. Avucumun içinde sıktığım pamuklu çarşafı bırakmaya çalışırken titrediğimi fark ettim. Göz bebeklerim, akmak için uğraşan yaşlar ile yanıyordu adeta. Kendimi toparlayıp ufakça doğrulmaya çalıştım fakat belime dolanan kollar ile bedenim arkamda ki sert göğüse yaslandı.

"Gitme. Ben sana nefes olurum."

Yutkundum. Bazen unutuyordum vücudumda akan kanın hızını bile işittiğini. Bütün zayıf anlarımı yakalıyordu ve ben kimseye karşı gardımı indirmesem bile, onun beni en savunmasız halimde görmesini sorun etmiyordum. Dudaklarımı yalayıp soludum ve titrek sesime aldırmadan konuşmayı başardım.

"Neden bir türlü atamıyorum kafamdan bilmiyorum.. Deniyorum ama olmuyor.."

Askılı pijamamın açıkta bıraktığı omuzuma sıcak, yumuşak bir öpücük kondurdu ve güven veren sesiyle mırıldandı.

ÂİRES'İN UYANIŞIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin