Yardımınıza ihtiyacım var...
Hikayemizin daha geniş kitlelere ulaşmasını çok istiyorum. İstiyoruz. Çevrenize anlatırsanız, en azından bölümleri beğenip, yorumlarınızı eksik etmezseniz başarabiliriz. İnanıyorum.
Lütfen en az benim kadar siz de sahip çıkın hikayemize. Olcay Komutan, Doğukan, Barış, Mubuka ve diğerlerinin hatırına:)
*
Seviliyorsunuz (kalp)
OLCAY
Kıtaya çıktığım ilk andan itibaren aktif görevlerin hepsine gönüllü olmuştum. Masa başında durup emirler yağdırmak elbette ki önemliydi ama bana göre değildi. Bir tecrübe dikeni, bir yığın emirden daha kıymetliydi ve acısıyla tatlısıyla seni hayata hazırlayan yegâne öğretmendi.
Özlemiştim.
Akıncı timini, birlikte katıldığımız operasyonları, hatta bunu söyleyeceğimi tahmin etmezdim ama zevzek muhabbetlerini bile özlemiştim. Telefonumu çıkardığım gibi önce Doğukan'dan herhangi bir mesaj gelip gelmediğine baktım. Yoktu. Saati kontrol ettim. Ona tanıdığım süre dolmak üzereydi. Umarım telefon konuşmam bitene kadar gerekli bilgileri aktarmak için arardı. Çünkü;
İş başa düşerse, gözümden düşen de ilk o olacaktı.
Murat Burak Kayakurt'un numarasını tuşlayıp oturduğum makamdan ayaklandım. Pencereye doğru telefondaki arama sesine uygun, yavaş adımlar attım. Dışarısı eksi derecelerde olduğunu camların buğusuyla kanıtlıyordu. Elimin tersiyle camı silip kendime ufak bir alan açtım. Uzanulu ay sonunda yapılacak olan FYDT için, emrim üzerine tüm rütbeli personeli dışarı çıkartmıştı. Havanın soğukluğuna aldırmadan spor yapacak olmaları bazılarının tadını kaçırmışa benziyordu. Fakat eğer o sınavları geçemezlerse asıl o zaman tatları tuzları kalmayacağını bir an önce fark ederlerse iyi olacaktı. Bu makamda görev yaptığım süre zarfında hiçbir askeri denetimden, hiçbir askerim kalamazdı. Kalan kişi de benim askerim olamazdı.
"Üsteğmen Karakurt. Emredin komutanım."
Tanıdık ses her zamanki profesyonelliğindeydi. Gülümsedim. Yılları devirmiştik omuz omuza ama o... Ne kadar zaman geçerse geçsin ne yaşarsak yaşayalım, hatta ölümden dönerken bile birbirimizi sırtlayacak kadar yakınlaşalım fark etmez, ben izin vermediğim sürece o rütbeyi aramızdan çıkarmazdı. Saygısı sonsuzdu ve o böyle yaptıkça benim saygımı fazlasıyla hak ediyordu.
"Mubuka."
Kendini bildi bileli kullandığı baş harfleri, bizim timle bütünlenmişti. Kimse onu gerçek adıyla çağırmaz, soyadı ise gerekli resmiyetler haricinde duyulmazdı. "Nasılsın?" Gülümsediğini işittiğim adam "Olması gerektiği gibi," dedi. Bu dışarıdan bakıldığında kaçamak bir cevap olarak algılanabilirdi ama ne anlama geldiğini bilecek kadar iyi tanıyanlar için çok fazla duygu barındırıyordu. Olması gereken; bir timi yönetirken yaşadığı stresti. Askerleri adına endişeydi. İçinde bulunduğu operasyon için dikkat ve kontroldü. Vatanı uğruna ise gururdu. Bu göreve çekildiğimde tüm yetkiyi Mubuka'ya bırakmıştım ve Allah şahidim olsun bir kez bile 'Acaba' kelimesi zihnimden geçmemişti. Ona güvenim sonsuzdu. Aldığı kararlara, attığı adımlara ve cesaretine...
"Asıl siz nasılsınız komutanım?"
Gülümsedim. Bu soruyu, bu kadar çelişkili bir ses tonuyla sorduğuna göre şehit haberi de asparagas olması da kulaklarına gitmişti. "Olması gerektiği gibi," dediğimde kısacık bir sessizlik aramıza sızdı. Benim aksime o sadece nasıl olduğumu tahmin edebilirdi. Konuşulmamış kelimelerle dolu sessizliğin uzamasına izin vermeden "Tim ne durumda?" diye sordum. Aldığı nefesin derinliğini telefonun ucundan bile hissetmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞEHADET
General FictionBu hikaye gerçek kişiler, olaylar ve mekanlar içermektedir. Mesleki gizlilikten ötürü isimlerde ufak kelime oyunları yapılmıştır. Lütfen okurken sadece kurgu gözüyle değil, yaşanmış olay örgüsüne bakın. Hikayenin çıkış noktası ilk bölümdedir. Keyifl...