Giriş

475 22 19
                                    

Rol

Genç kız her zamanki gibi gece geç saatlere kadar çalışmış, çalışmakla kalmayıp yarına hazırlaması gereken tiyatroya da zaman ayırmıştı. Yorgunluktan başı çatlıyordu ama alışmıştı bu acıya ve katlanması gerektiğini biliyordu. Katlanmalıydı, sabretmeliydi. O nelere katlanmamıştı ki..

Ufacık tefecik küften duvarları dökülen odaya göz gezdirdi ardından yer yatağına dizilmiş iki kardeşine baktı. Onlar burda yaşamayı hak etmiyordu. Kendiside hak etmiyordu ama öncelik onlarındı. Zaten onlar için çalışmıyor muydu? Sokak sokak gezip caddeler boyu yeteneklerini sergilemiyor muydu? Evet en iyi yaptığı işi yapıyordu; Rol yapıyordu. Bazen huzursuz, zayıf ve güçsüz bazende ona zıt olarak mutlu, aşık ve umut dolu...

Neyse ki bu işi biliyordu ve bu işten kazanç sağlıyordu. Üniversite'de burslu olarak okuması en büyük şansıydı. Ailesinden kalan son şanstı belki de... Babası güçlü bir iş adamıyken uyuşturucu denen illete bulaşmış ve kendisiyle birlikte ailesini de sonunu göremediği uçurumlardan atmıştı. Ne yazık ki babası Umut Bey, eşi Seda Hanımla bu uçurumdan sağ çıkamayıp çocuklarını daha derinlere yollamışlardı; Yoksulluk.

Doğdukları saniyeden beri bir dedikleri iki edilmeyen çocuklar yetiştirmişler, hayatın acımasız yanını pencereden izlemeye çalışan çocuklara perde çekmekle yetinmişlerdi. Sonunun hüsran ile biteceğini kim bilebilirdi. Sonuçta zengin bir aile çocuğunu yoksulluğa neden alıştırsın ki?

Dün gece yağan yağmur esaretini sürdürürken kız bir kez daha lanet etti kaderine. Yağmur bile ona zarar veriyordu. Bir zamanlar penceresinin kenarında yağmurun yağması için dua eden kız şimdi yağmaması için çırpınıyordu. Yeter ki yağmasın diye gecelerce yalvardığı bile olmuştu. Kirpiğinin üzerine bir damla düştüğünde çatının yine sızdırdığını anladı oysa geçen ay tüm parasını çatıyı tamir ettirmek için vermişti.

"Şerefsiz adam yine kazıkladı beni" diye fısıldadı. Üst üste kazıklanmanın verdiği acıyla başını sağa sola salladı. İçler acısı olduğunu düşündü, öyleydi de. Çok saftı. Gözü kapalı herkese güvenirdi. Bu yüzden elinde kalan son mirası da kaybetmişti. Babası yüzünden iflas eden amcası mirasın bölüneceği gün gelip yeğenine kendini acındırarak  onun saflığından faydalanmıştı. Bir imza ile hayatının kurtulacağını iddia eden amcasına güvenmiş ama sonunda bir imzanın hayatını batırdığını görmüştü kız. Tamam suç onundu kabul ediyordu ama Huylu huyundan vazgeçmezdi, geçemezdi.

Yer yatağında bir o yana bir bu yana kıvranan kardeşini gördüğünde huzursuzca yerinde kıpırdandı. Kız'ın ağladığını görünce tek hamlede yattığı kanepeden kalkıp kardeşinin başını kucağına yerleştirdi.

"Şitt. Sakin ol  Meleğim geçti."

Melek onun ilk kardeşiydi. Doğduğu günü her hatırladığında gülerdi. Ne kadar ağlamıştı "Ben kardeş istemiyorum" diye. Bir hafta annesine sitem etmiş "Ben senin neyine yetemediysem sanki" diyerek annesine kök söktürmüştü. Şimdi ise Meleğin annesi olmuştu. Annesi. Onun annesi kim olacaktı peki. Esin'in annesi kim olacaktı? Kimse...

Şimdi Esin de kardeşi Melek gibi ağlamaya başlamıştı. Günlerce kendini parçalayarak çalıştığı işi, berbat okul hayatı, kardeşleri.. Kısacası hayatı onu yormuştu, yormaya devam edecekti de.

Melek kahverengi gözlerini ablasına dikerek "Ağlama abla, sana ihtiyacımız var" dedi sonra eliyle yan tarafta yatan erkek kardeşini gösterdi.

Esin sağ elini havada salladı, "Biliyorum ama bende insanım bazen ağlayabilirim değil mi?"

"Öyle diyorsun ama sen ağladıkça ben güçsüz ve umutsuz hissediyorum."

PASAKLIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin