'Erimek ve akmak, geceye şarkılar sunan bir dere misali,
Şefkatin fazlasının verdiği acıyı bilip,
Kendi sevgi anlayışınla yaralanmak,
Ve kanamak, yine de istekle ve coşkuyla...Şafak vakti kanatlanmış bir gönülle uyanmak,
Ve bir sevgi gününe daha, teşekkürle uzanmak...Sessizce çekilmek öğle vakti, sevginin vecdini duymak,
Akşamın çöküşüyle de, eve huzurla dönmek...Ve uyumak, kalbinde sevgiliye bir dua,
Ve dudaklarında bir şükür şarkısıyla...'Kalbinin atışını iliklerime kadar hissettiğim bir adam, kalbimin atışlarını iliklerine kadar hissettiren bir kadın. Bu bir aşk hikayesi olabilir miydi asla bilmiyorum, bildiğim şey ise bu adamın beni her şeyimle kabul etmiş olmasıydı. Aksi taktirde bana bir kalbinin olduğuna ikna etmek ister miydi?
Ne kadar sarılarak kalmıştık bilmiyorum ama yerimden asla rahatsız değildim. Aslan'ın yavaşça beni bırakmasıyla onu bırakmak durumunda kalmıştım. Elleri belimdeydi, ellerim kollarındaydı.
"Biraz daha böyle kalırsak kendimi durduramam gibi"
"Anlamadım niye durduruyorsun ki" salaktım ve bu onu bilmiyordu, henüz.
"Açık mı konuşayım?" bu soruyla hem yarım tebessüm ediyor hem de kaşlarını kaldırmıştı ama ben hala anlamamıştım.
"Yani evet açık ol bana" dememle kocaman kahkaha atmıştı.
"Küçük kara kuşum hala anlamadın, saf olduğunu düşünmüyorum ama açıkça söyleyeyim. Biraz daha sarılırsak seni yavaşça yatağa yat-"
"Oha oha höst o kadar da değil" kahkaha atıyordu resmen ve benimle eğleniyordu.
"Birlikte uyuruz diyecektim, hem senin nasıl bir zihniyetin var kara kuş tek derdin beni yatağa atıp iffetime göz dikmek mi?" duygu sömürüsü yapıyordu kısasa kısas.
"Evet. Yeterince belli etmiyor muyum?" dediğimde onu kışkırtmak için gömleğinin yakalarını düzeltirmiş gibi yapıp boynuna dokunuyordum. Sertçe yutkunmuştu ve beni dikkatle izliyordu. Şu an eğlenen bendim ve kahkaha attım.
"Şu haline bak rezil kepaze yürü git odamdan" onu öylece orda bırakıp odadan çıkmıştım. Yavaşça aşağıya inmiştim ama nereye gidiyordum bilmiyorum. Babamın çalışma odasının kapısında ayaklarım durmuştu.
Ne kadar hatırlamak istemesem de beynim asla unutamıyordu. Her şeyi bilme isteği aklımın her bir köşesini kaplamıştı. Yavaşça kapıyı tıklattım ve babamın sesini duyana kadar girmemiştim. İzin verdiğinde girmiştim, odada tek başına kahve içiyordu. Beni görünce hemen ayağa kalkmış ve yanıma gülümseyerek gelmişti.
"Hoş geldin kızım. Sizin uzun saatlere kadar eğleneceğinizi düşündüğümden ayık kalmak için kahve içiyordum ama erken gelmişsiniz"
"Aslan ve ben erken geldik, sanırım bizim eğlence anlayışımıza pek uymuyor" gülümsemişti.
"Derin sana her şeyi açıklayacağımı zaten söylemiştim. Ne kadar soru ne kadar cevap ne kadar zaman varsa hepsi senin kızım. Alacağın cevapların çoğu hoşuna gitmeyecek bunu bil. Herkes seni üzüp yaralamışken bende bunu istemiyorum ama sana sonuna kadar dürüst olacağıma emin olabilirsin" bana büyük bir güvence veriyordu sözleri. Ona inanmamak aptallık olurdu, manipüle etmiyordu aksine dürüstlükle kaplıyordu insanın beynini.
Yavaşça elini belime koyup beni deri koltuğa yöneltmişti. Kendisi de kahvesini alıp tam karşımdaki tekli koltuğa oturmuştu.
"Bir şey ister misin kızım?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAŞAM SAVAŞI
Художественная прозаHayatımın yönü benden bağımsız gidiyordu. Akıp gidiyordu ellerimden hayatım ama asla tutamıyordum. Peki tutmak istiyor muydum? Bunun cevabını iyi ya da kötü olarak değerlendirirsek buna bile verecek cevabım yoktu. Hayat, kader, karma adına her ne de...