Bölüm 9 | Byron Blackwood

19 10 1
                                    

Sabahın erken saatlerinde, güneşin ilk ışıkları, pencereden gözlerime vuruyordu. Gözlerimi açmadan önce yattığım yerde sağa sola dönerek gerindim, gözlerimi ovuşturdum.

Gözlerimi açtığımda, yan yatağımda Victoria'nın uyuduğunu gördüm. Gözlerimi yeniden kapattım.

Dün yaşananların gerçek olması beynimde bir elektrik çarpma etkisi yaratmıştı. Gözlerimi sıkıca kapattım ve yavaşça yeniden açtım.

Victoria, yan yatağımda, yatıyordu... Olanları sindirmek çok zordu. Hiç beklemediğimiz bir anda, aslında ait olduğumuz yere gelmiştik. Ve Harria denilen bu evren, tehlike altındaydı.

Yavaşça yerimden doğruldum. Keşfedecek çok fazla şey vardı, tamam ama bunun yanı sıra, dün çok fazla bir şey yemediğim aklıma geldi. Açlıktan guruldayan karnımı tutarak yataktan kalktım.

Çantamdan telefonumu çıkarttım. Şarjı bitmişti. Telefonu geri koyacakken çantamın içerisinde, kıyafetlerimin arasından yuvarlanmış olan, neon renkli, parlayan toprağı gördüm. Onu, dün gece cebime koyduğumu tamamen unutmuştum. Top şeklinde büzüşmüş toprağı, çantamdan çıkartıp avucumun içine aldım. Toprak, avucumun içerisinde yavaşça sağa sola hareket etmeye başladı. Bu yaşayan bir topraktı.

Panikten bulabileceğim en yakın yere hızla yaklaştım. Yatakların hemen karşısında bir adet çalışma masası duruyordu. Masanın üzerinde, saksılarda bitkiler ve içerisinde bitki kökleri ve sıvılar olan kavanozlar duruyordu.

Boş kavanozlardan bir tanesini alıp kapağını tek elimle açtım. Victoria mırıldanarak yattığı yerde döndü. Kızı uyandırmak istemiyordum, kim bilir dün gece kaça kadar çalışmışalardı. Elimdeki neon renkli toprağı alıp içerisine koydum ve hızla kapağı kapattım. Kavanozu çantama attım, bu sonranın konusuydu. Hızla odadan kendimi dışarı attım.

Odadan çıktıktan sonra rahatlamıştım. Öğrenciler koltuklarda uyumaya devam ediyordu. Bazıları odanın içerisinde bulunan çalışma masalarının başında uyuya kalmışlardı. Odanın içerisini, gün ışığı sayesinde şimdi daha net görebiliyordum. Oda, bir daire şeklindeydi. Tam ortada çember şeklinde, taş bir duvar vardı. Bu çemberin içi, tuvalet ve duş alanlarını kapsıyordu. Odanın tek bir çıkışı, banyo alanlarının ise dört girişi vardı. Çıkış dışında odanın her köşesinde öğrenci odalarına açıldığını düşündüğüm küçük kapılar bulunuyordu.

Yavaşça çıkışa doğru yöneldim. Önünde durdum ve nasıl açıldığını bir süre bulamadığım için komik bir görüntü ortaya çıkarttığıma emindim. Alışveriş merkezlerinde algılamayan kapılara yaptığım gibi parmak uçlarıma bile kalkıp elimi yukarıda bir kaç kez salladım fakat hiçbir şey olmadı. Utançtan sağa sola bakındım. Birinin beni görüp görmediğine emin olmalıydım.

Herkes uyuyordu. Tam kapıya doğru kafamı çevirirken oyma taşlardan yapılmış heykele benzer bir yükselti olduğunu fark ettim. Yanına yaklaştığımda bariz şekilde üzerine, yine taştan oyularak yapılmış bir kol yerleştirilmiş olduğunu gördüm. Avucumun içiyle kavradım ve kolu kendime doğru çektim. Önümdeki kapı sesli ve yavaş bir şekilde açıldı.

Kimsenin uyanmamasını umut ederek dönem salonundan ayrıldım. Gece geldiğimiz gibi karanlık koridorlardan geçtim. Bu alanlara daha az ışık vuruyordu. Odadan uzaklaştıkça, koridorlardaki pencereler genişledi. Artık önümü daha rahat görebiliyordum.

Uzun bir süre düz yürüdüm. Yürürken pencerelerden birinde sol tarafımda büyük bir açıklık olduğunu gördüm. Yemyeşil bir alan gözüme çarptı. Sabahın erken saatleri olduğu için bomboştu. Oraya nasıl gideceğimi bulmak için sol taraftan çıkabileceğim bir kapı aradım fakat önümdeki koridorun sonuna kadar bir çıkış kapısı yoktu.

HarriaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin