Han'la konuştuğumuz günün ertesi sabah huzursuzluk içinde boğularak uyandım. Han'ın iyi olduğunu bilmeye ihtiyacım vardı.
Onu aramadan önce Hyunjin'in odasına kapıyı dahi çalmadan girdim. Bana sorar gibi bakıyordu. Arkamdan kapıyı kapadım ve masasının önündeki tekerlekli sandalyeye oturdum. "Videoyu nereden buldun?" bir süre afallamış bakışlarla bana baktıktan sonra ney kastettiğimi anladı.
"Dedim ya, arkadaşım karşılaşmış ve-"
"Arkadaşın Han'ın evine mi girmiş yani?"
"Ha?"
"Olay Han'ın evinde yaşanmış. Arkadaşın nasıl oluyor da sokakta dolaşırken bir ara sokakta onları görebilir?"
"Bilmiyorum." dedi. "Belki birkaç kez yaşanmıştır." Cevabına karşılık olarak güldüm. "Arka plan az çok görünüyor Hyunjin. Han bizzat kendisi inceledi ve olayın evinde yaşandığını söyledi." dedim.
"Han seni aldattığını kabul etti mi yani?" dedi ukala bir sırıtışla.
"Sadece cevap ver bana Hyunjin. O videoya nasıl ulaştığını söyle."
Suratındaki pis sırıtış silindi ve ciddileşti. "Yemin ederim arkadaşım böyle gerçekleştiğini anlattı. Başka bir bilgim yok"
"O halde benim için arkadaşını arayıp nasıl bu videoya ulaştığını sor." dedim. Gülümsedi ve telefonunu çıkarıp birisine mesaj yolladı. "Cevap yazınca haber veririm."Herkesin öğle yemeği için dışarıda olduğu bir saatte Hyunjin yanıma geldi ve yalnızca "Konuşalım." dedi. Onun peşinden yurdun salonuna gittim. Bir kanepeye yayılarak oturdu, bense karşısındaki çift kişilik koltuğa oturdum. "Cevap geldi mi?" diye sordum. Dilini dudaklarının üzerinde gezdirerek onları ıslattı. "Hayır " dedi.
"Öyleyse ne konuşmak istiyorsun?" dedim.
"Hala Han'la birlikte misiniz?" diye sordu birden bire.
"Evet." dedim.
Sinirli bir soluk aldı. Derdi neydi bilmiyorum ama hareketleri hoşuma gitmiyordu. Tırnaklarını kemirdi. "Seni aldatmadığına inanıyorsun?" dedi sorar gibi. Neden soruyordu bunları bilmiyorum ama yinede başımı sallayarak onu onayladım. "Seni anlamıyorum Minho " dedi. Sesi bana kızgın gibiydi. "Han'da ne buluyorsun anlamıyorum."
"Affedersin?"
"Han'ı siktir et ve ayrıl ondan!"
"Benimle bunu konuşmak için mi çağırdın yani?" dedim alaycı bir tavırla. Yerinden kalktı ve hızla üstüme atılıp dudaklarımı öptü. Onu itmeye çalışırken beni daha sıkı tuttu.
"Bırak... Beni.."
Nefesini dudaklarımın arasından bana doğur veriyordu. Kollarıyla vücuduma bastırıyor ve hareket etmemi engelliyordu. Ayaklarımla onu itmeye çalıştım ama vücuduma değen eli o an için beni güçsüz bırakmıştı. Kalbim ise kaçmak ve kurtulmak için çırpınıyordu.
"Hyunjin, siktir git!" diye hırladım kulağına. Dudaklarını boynumdan aşağıya, vücuduma indirirken dişlerimi gıcırdattım. Elini pantolonumdan içeriye soktuğunda tüm gücümle onu itip kaktım ve en sonunda ona bir tekme attım ve koltuğun diğer tarafına doğru ittim. Hızlıca kalktım ve ondan uzaklaşmak için geri geri giderken onun kahkaha atan pis suratına baktım.
"Eski ucube ve ezik halinden pek eser kalmamış." dedi.
Kaşlarımı çattım ve aklımda dönen düşüncelerin doğru olmamasını umdum.
"Beni hatırlamadın mı hala?" dedi. Ona Kızıl derdim. Kızıl saçları, keskin gözleri ve tek gözünün altındaki küçük benle tamamıyla oydu. Lisede onun yüzünden yaşadığım tüm o şeyler gözümün önünden geçerken tek damla göz yaşı dökmemiş olmam beni şaşırttı.
Bana doğru yaklaştıkça ben geriye gidiyor ve sırtımı mutfak tezgahına çarpana kadar durmuyordum.
Tanrı aşkına, tüm kötü anılarım ona dayalıydı. Hyunjin'e.
İyice bana sokulduğunda ondan kurtulmak istedim. Sonsuza dek.
"Lisedeyken sana fena halde aşıktım." diye fısıldadı.
"Bana onca şeyi yapmanı buna mı borçluyum yani? Psikopatın teki beni sevmiş diye benim hayatımın içine etme hakkını nereden edinir lan?" ben ona bağırırken o sadece beni seyerediyordu.
"Şimdi utanmadan bunları söylüyorsun...sen...sen nası-" dudaklarımı öperek beni susturdu ancak buna izin vermedim ve basımı yana çevirdim. O vücuduma ellerken ondan tiksindim.
"Kapa çeneni ve anın tadını çıkar." dedi hızlı soluklarının arasında. Elimden gelen tek şey bir kez daha onu itmek oldu. O yere düştüğünde koşar adımlarla mutfağa girdim ve açtığım bir çekmeceden gözüme çarpan ilk bıçağı aldım.
Bir elimdeki bıçağa, bir bana baktı ve güldü. "Kafayı sıyırdım mı sen?" dedi alaycı sesiyle. Ama onu duymuyordum. Çünkü artık kendimde değildim.Güğüsüne sapladığım bıçağı acımadan çıkardım ve bir kez daha vücuduna sapladım. Suratımda hissettiğim ıslaklık ya göz yaşıydı, ya da kan. Belli olan şey ise ellerimin kan içinde olduğuydu. Düşünemiyordum. Hatta belki yaşamıyordum. Sadece yapıyordum. Kontrol dışıydım. Bu vücut bana ait değildi, ben ona aittim. Ve o, elindeki bıçağı bir kez daha acımadan sınıf arkadaşının göğsüne saplamayı seçmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
END-O | Minsung ✓
FanfictionBu fici baya bi önce yazdım o yüzden baya cringe şeyler karşınıza çıkabilir lütfen dikkat edin.🪽 "Yıllardır nefes almadan yaşadım. Ve bir gün onunla tanıştım. Bana nefes almayı öğretti, sonra da derin sularda beni terk edip gitti." Kendine zarar ve...