Mutlu olmak... mümkün değil.
Biliyorum, bir yazıya böyle girmek çok yapılması gereken bir hareket değil çünkü okuyucu yazının tamamında mutlu olmaktan ve muhtemelen bunun yollarından bahsedileceğini düşünür. Ve eğer olur da üzerine yazdığınız konu hakkında en son söylemeniz gereken sonucu başta söylerseniz devamını okumaya gerek kalmaz. Fakat ben başlığa mutluluk yazdım diye mutlu olmaktan bahsetmeyeceğim, sadece mutluluk kavramı üzerine ve buna bakış açımın zamanla değişimi üzerine birkaç bir şey söylemek geldi içimden.
Öncelikle bu benim ilk deneme yazım olacağı için mükemmel olmasını beklemiyorum ve sizden de bunu beklememenizi rica ediyorum. İlk denemem için mutluluk konusunu seçmemin sebebi yazmaya başlamama sebep olan şeyin mutluluğu aramam olmasıydı. Hikayemin en başına gidersek ben kendimi bildim bileli mutluluğu arıyordum. Her yerde, herkeste bunu umut ediyordum. Hayatıma giren herkesten bana mutluluğu getirmesini bekliyordum. Tanıştığım bütün arkadaşlarım, hoşlandığım kişiler, yaptığım şeyler, ilgimi çeken aktiviteler... Hepsinden istediğim tek şey bana mutluluğu getirmesiydi. Baştan söyleyeyim, hiçbiri getirmedi.
Hepsine o kadar umutla tutundum ki ifade etmeye kelimelerim yetmez. Her "Bu sefer buldum!" dediğimde o şeyin de bana gerçek mutluluğu verecek kadar mükemmel olmadığını fark ettim. Zaten ailemin içinde mutluluğu bulamadım. Belki de karşıma çıkan her şeyde onu aramamın sebebi buydu. Doğduğum evde hiç mutlu olmadım. Bu yüzden de mutluluğa aç bir çocuk olarak uslanmak bilmeyen bir romantik edasıyla baktığım her yerde onu görmek istedim. Ama kader bu ya ilkokulda da ortaokulda da iyi arkadaş grupları edinemedim. Çoğunlukla bütün sınıfla iyi anlaşsam da kimsenin yanında konforlu hissedemiyordum, anlaşılmıyorum gibi geliyordu. Karşımdaki kişi nasıl davranırsa davransın sanki benim ona verdiğim değeri bana vermiyordu. Bu sebeple kendimi kurduğum bütün ilişkilerde enayi gibi hissettim. İnsanlara mutluluk kaynağım olarak baktığım için gereğinden çok daha fazla değer veriyordum. Ve karşılığında aldığım sevgi asla yetmiyordu. İçimde asla kapatamadığım bir sevgi açlığı vardı. Halbuki ailem belki bana mutlu bir hayat sağlayamamıştı ama beni sevmişlerdi. Sevgiyi de dışarıdan bekleyip dışarı vermek istemem onlara haksızlık gibi geliyordu. Bu yüzden kendimi kötü bir insan gibi hissediyordum. Kendimi sevmediğim için daha da değersiz olduğumu düşünüyordum. En nihayetinde de kırılma noktası geldi.
Ortaokul bitti ve tamamen yalnız kaldığım bir hazırlık dönemine girdim. Kendimden nefret ediyordum. Daha kötüsü mü bilmem ama en az onun kadar kötü olan da aileme ve hayata karşı olan nefretimdi. Daha önce hiç mutluluk hormonu salgılamadığınız bir dönemden geçtiniz mi bilmiyorum ama o döneme dair hatırladığım tek şey dopamine hiçbir şeye duymadığım kadar ihtiyaç duyuyordum. Mutluluğun uzakta bir yerlerde olduğuna inanıyordum ve eğer evden uzaklaşmazsam elde edemeyeceğimi düşünüyordum. Ve o sene bitince hayatımda evden ilk defa çok uzaklaştım ve yurda gittim. Artık mutlu olabileceğimi sanıyordum. Yanılmışım...
Yurtta da okulda da asla mutlu değildim, kendimden hala nefret ediyordum, hayattan nefret ediyordum, etrafımdaki herkesten nefret ediyordum. Arkadaşlarım gerçekten iyi insanlardı ama yine de mutluluk sebebim olmayı hak etmiyorlardı. Öyle büyük bir sevgiyi kaldıramayacaklarının farkındaydım. Ölü gibi yaşamaya devam ederken yaz tatili geldi ve cehennemime döndüm.
Ertesi dönem hayatım aynı berbat şekliyle devam ederken mutluluğu istediğim işi yapmakta bulacağımı düşünüyordum ve birisinin eninde sonunda beni vereceğim üstün karşılığa layık olacak kadar seveceğine inanıyordum ki çok kötü bir şey oldu... aşık oldum.
İlk başta kondurmam çok zor oldu, çünkü aslında ona hissettiğim sevgiyi hak edecek bir davranışı olduğunu düşünmüyordum. Ayrıca daha tanışmadığım bir insanın bana mutluluğu getirmesini bekleyemezdim. Ama en beklemeyeceğim şey gerçekleşti. Ben mutlu olmaya başladım! Onu görmek, hatta düşünmek bile kalbimin göğüs kafesimi acıtacak kadar sert atmasına sebep oluyordu. Onu gördükten sonra bacaklarım titriyor, elim ayağım boşanıyordu. Sadece karşılaşmak bile hem çok mutlu ediyordu hem de bana karşı hiçbir şey hissetmeyen birine böyle çok sevgi beslemek gururumu kırdığı için gecelerce ağlıyordum. Bu ertesi senenin başlarına kadar devam etti. Artık çok fazla üzülsem de çok fazla mutlu da oluyordum. Hiçbir şey hissetmemekten daha mı iyiydi, bilmiyordum ama artık arkadaşlarıma karşı da daha sevgi dolu olmuştum ve her şeyden önemlisi kendime karşı artık çok daha anlayışlıydım. Bilmiyorum, kendime karşı hissettiğim şey acıma mıydı ama artık ne yaparsam yapayım kendimden nefret edemiyordum.
Gözlerimde yaşlar kalmayana kadar ağladığımı hatırlıyorum. Kırılan gururum ve kalbim için ne kadar ağıt yaksam azdı. Sonra eskiden beri her şeyi çok fazla hisseden bir çocuk olduğumu fark ettim. Etrafımda hep uğruna kayda değer bir şeyler hissetmek için olay, eylem, insan arıyordum. Çünkü içimden gelen hisleri aktaracak bir yere ihtiyacım vardı. Etrafımda bunu hak edecek kimseyi bulamadıkça herkese sadece hak ettiğini vermem gerektiğini düşünerek duygularımı hep içime attım. Öyle ki bir süre sonra hissetmeyi ben bile unuttum.
Ama işte, ben buyum! Ben diğer insanlardan daha fazla hissediyorsam yaratılışım böyle demek ki. Bunları karşımdaki insanlara göre ayarlamak zorunda değilim ki! Ben ne istersem, kime istersem hissederim. Belki bazı şeylere çok üzülürüm, çok kızarım, çok hayal kırıklığına uğrarım ama benim tabiatım buysa bu konuda ne yapmalıyım ki! Çok üzüleceksem üzülebilirim. Çok sevebilirim, çok bağlanabilirim. Hak etmeyen insanlara hak etmedikleri değeri verebilirim. Ne var ki, ben de böyleyim, deyip geçerim. Pişman olmama bile gerek kalmaz. Hatta bunları kendi lehime kullanabilirim bile. Mesela bugün resim çizmek isterim ve içimdeki hüzün işe yarar, yarın hikaye yazmak isterim ve hayal kırıklığımı kullanırım, aşkımı seslendiririm, acımı haykırırım! İstediğim şekilde yaparım hem de! Bugün resim çizmek zevk verirse yarın yazı yazmaktan hoşlanabilirim. Beni mutlu edecek spesifik şeylere ihtiyacım yok çünkü ben, ben olduğum sürece mutlu olmaya bile ihtiyacım yok! Hem gerçekten çok mutluluk hissetmek bütün hisleri çok hissetmeyi beraberinde getirir. Bir çeşit duyma hassasiyeti gibi düşünülebilir. Kısık sesleri duyarsanız bütün kısık sesleri istemediğiniz zamanlarda da duyarsınız. Hayat böyledir ve buna maalesef bile demeyeceğim. Çünkü her şey zıddıyla ve beraberinde getirdiği bütün hislerle güzeldir.
Bu sebeple öyle düşünüldüğü gibi gerçek mutluluğun olmadığını söylüyorum. Mutlu hayat ya da mutlu insanlar yoktur. Mutlu anlar vardır. Ve mutlu anların sayısı hayatınızla ilgili değildir. Hislerinizdeki hassasiyetle ilgilidir. Hassas olmak ya da olmamak da çok önemli değildir çünkü ikisinin de iyi ve kötü yanları vardır. Hayat olduğu şekilde zaten güzeldir. Hüzünler de en az mutluluklar kadar değerlidir. Bu yüzden mutluluk istemek gereksizdir. Siz hayatınızı yaşayın, mutluluklar sizi bulur.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
deliden zırvalar
SaggisticaEğer basitçe boş boş konuşursanız boş yapmış olursunuz. Fakat süslü kelimelerle boş boş konuşursanız felsefe yapmış olursunuz. Ben boş boş konuşacağım, buna kim ne derse desin.