ölüm, günde kaç saat bize gelir?
ölüm bir kere mi gelir yoksa sürekli gelebilir mi?
ölüm..
ölüm güzel olabilir mi?
hayatta hiç tatmadığım bir duyguyu nasıl hissedebilirim?
yorgunum.. ellerimde kalem, gözlerimde halkalar. canıma okunuyor her saniye. çocukluğum geçiyor gözlerimin önünden siyah odamda. her yeri siyah yaptım bilerek, renkler bana zarar veriyor. gözümün önünden sayısız galaksiler geçerken çekmeceye koyduğum iğneyi alıp yatağıma oturuyorum. sinirle üzerimdeki tişörtü yırtıp koluma bağlayıp sıkıyorum. damarım belirginleşirken uçmam için gerekli olan her şeyi saniyede veriyorum damarlara. gözlerimden geçiyor dünyanın en güzel oğlu.. ilk güne bir uçak bileti aldım. soobin, her şeyini hatırlıyorum. sıcak bunaltıcı yazı, üzerine her gün giydiğin farklı rock grubu tişörtlerini, cesur bakışlarının ardındaki utangaçlığını.. bak güzelim, girdin yine o kapıdan. gıcırdıyor ama bana ninni gibi geliyor ve pat, düşsün yıldızlar."bu kaseti ben alacaktım yalnız."
"önce ben uzandım."
"dünden ayırttırmıştım."
dükkandaki tek kasete odaklanmış duruyoruz. gerçi sen elde etme duygusu ile kasete bakıyorsun ben her santimini hafızama kazımak için sana bakıyorum. taehyun diyorum, bana da bir karışık kaset ayarlarsın sonra. parmaklarımı kasetten çekip ödemeye giderkenki mutlu halini izliyorum bir süre. defter kalem bölümüne gidip hızla numaramı yazıyorum ve kapıdan çıkmak üzereyken önünü kesiyorum. gözlerinden binbir duyguyu okuyorum. ulan diyorum kendime, ne güzel çocuk.
"çekilecek misin?"
"kaseti son kez inceleyebilir miyim?"
sessizce taktı bu da diyişini duysam da gülüp uzattığın poşete elimi atıyorum ve incelemiş gibi yaparken kağıdı bırakıyorum. ufak bir teşekkür edip gitmeden önce gözünün önüne gelen birkaç saç tutamını kulağının arkasına yerleştiriyorum. bir şey demeden çıkıyorsun fakat camın arkasından duraklayıp saçına dokunduğunu fark ediyorum. günler geçiyor, sen yazmıyorsun tabii. belki de görmemiştir diye teselli ederken kendimi tuşlu telefondaki saçma oyunları oynayarak vakit geçiriyorum. bir işe asla yaramıyorum biliyor musun soobin? hiçbir tutkusu olmayan bir çöp gibi yaşıyorum her an. müzik rahatlatıyor beni, bir de o zamanlar mavi olan odam. dersleri her gün ekip evde yatıyorum, kafamda binlerce tilkiyle bir şeyle yazıp daha sonrasında sussun diye beynimi bir şekilde uyuşturuyorum. bir kaç gün sonra düzenlenen festivalde görüyorum seni. bakışların beni delip geçiyor ya da ben kuruyorum her şeyi.
elimi kaldırıp ufak bir selam veriyorum, karşılık veriyorsun bu sefer. sen yanıma yaklaşırken ellerim ayağım titriyor sanki. neden bilmiyorum ama beni heyecanlandıran tek şey sen oluyorsun. dikleştirdiğim saçlarıma bir süre bakıp yaklaşıyorsun ve tenin sıcaklığı yüzümü kavururken saçımdan bir şeyi alıp geri çekiliyorsun. yüzünde memnun bir ifade varken ben alık alık bir süre sana bakıyorum. ulan diyorum yeonjun, kendine gel. gelemiyorum. sen müzik hakkında bir şeylerden bahsederken sana dalıp gidiyorum. beline yerleşen bir konfetiye içimden bir dua gönderip elimi belinde gezdiriyorum. sözünü kesip bana bakarken arkadan birilerin ittirmesiyle kolumu beline dolayıp seni kendime biraz daha çekiyorum. kokun burnuma dolarken ince tişörtünün sıyrılıp açıkta bıraktığı teninden konfetiyi yere düşürüyorum.
"kıskandım açıkçası."
neyi dercesine bana bakarken dudaklarıma kayan gözlerin beni daha da yakıyor. tenine değen her şeyi diye fısıldıyorum kulağına. kızarmaya başlayan kulağını görünce tebessüm edip ufak bir öpücük konduruyorum ve geriye çekiliyorum. hiçbir şey olmamış gibi sigaramı yakarken bir süre üzerimde gezinen bakışlarını hissediyorum. bakmamak için adını bile bilmediğim dandik grubun her üyesinin kaç tane saç teli olduğunu içimden saymaya başlıyorum. biliyorum, bakarsam sana dayanamam. bir süre sonra beni dürtmenle dönüyorum sana, çakmağını alabilir miyim diye soruyorsun. cebimdeki lacivert çakmağı sana uzatmadan sigarana tutuyorum. sigara bile diyorum içimden, sigara bile yanıyor dudaklarının arasında. çakmak sende kalsın diyip avuçlarının arasına bırakıyorum.