Karanlık

0 0 0
                                    

Önemsiz bir zamanda yine önemsiz bir yerde yaşamış bir genç vardı. Bu genç içine kapanık hayattan ve insanlardan kendini tamamen izole etmiş yalnız birisiydi. Yalnız olduğu kadar da karamsar ve hüzünlüydü. Yalnız kaldığını, insanların onu terk ettiğini yeteri kadar iyi olamadığını düşünüyordu ve bu yüzden ne kadar acı çekiyorduysa aslında kendisini bu hale düşüren yine kendisiydi. Dış dünyadan birkaç kişi ona ulaşmayı denemiş fakat başaramayınca pes etmişti. Varlığının anlamsız olduğu kendi dünyasında yaşayan kendisini yalnızlığa ve karanlığa terk edecek kadar acımasız bu genç o gece yine diğer bütün akşamlarda yaptığı gibi yalnız bir parkın yalnız bir bankında yine çaresizce kendi karamsar senaryolarını aklında canlandırdığı hayal dünyasına dalmıştı. Karamsar olduğu kadar hayalperest de olan bu genç o gün ilk defa dışarıdan birisiyle beklenmedik bir temas kuracaktı. O gece de yine karamsar bulutları ve kendisi kadar yalnız gördüğü Ay'ı seyrediyordu ki daha önce fark etmediği birisi daha önce duymadığı biçimde ona selam veriyordu. Karşısında anlamadığı bir sıcaklıkla ona gülümseyen hafif alımlı genç bir kadın vardı. "İyi akşamlar, sizi daha önce buralarda görmemiştim." Diyebilmişti ancak. Dış dünyayla yaptığı bu ilk temas ilk başta anlamlandıramadığı diğer bütün anlamsız duygularla birmiş gibi hissetmesine neden olmuşsa da zamanla genç adam da duyguların etkisiyle epey bir değişmeye başladı. Karamsar hayalleri birer birer kayboluyor dünyada gördüğü kötülüklerin yanında iyiliklerin de olduğunu fark ediyordu. Kendisine epey yakın hissettiği yeni arkadaşı aslında düşündüğü kadar da benzemiyordu ona. Genç adam ona mutluluğu öğreten onu korku dolu hüzünlü dünyasından çıkartmayı başaran bu kişiye büyük bir saygı ve sevgi duyuyordu. Kötü hayalleri onunla geçirdiği romantik anlara kâbusları birer birer rüyalara dönüştükten sonra aralarındaki bariz farklar her geçen gün belirginleşmeye başladı. O, onun aksine karamsar ve yalnız birisi olmamıştı hiçbir zaman. Hatta tam tersine hayatının her anında enerjik ve mutlu birisiydi. Her yerde bir sürü arkadaşı ve sevdiği şey vardı. Genç adamın da zamanla sevdiği tek şey olmuştu. İçinden konuşan yüzlerce sesten birisi sanki sevdiği kadının da onun gibi olmasını umuyor gibiydi. Acı çekmiş olması için değilse de kendisinin ilk defa deneyimlediği bu en güzel duygunun onun da hissetmesini istermiş gibiydi. Yalnızca geceleri dışarı çıkan genç artık güneşten de korkmaz olmuştu. En sevdiğiyle geçen o anlar hayatının en önemli anlarıydı sanki. Ömrünün geri kalanın onunla geçirmek ondan bir an bile ayrılmamak istiyordu. Her konu hakkında uzunca saatler konuştular. Hayatlarındaki her olay sanki o anda onların tanışabilmesi için olmuş gibi hissettiriyordu. Adam artık geleceğe umutla bakan pozitif birine dönüşmüştü. Zaman geldi geçti ve en sonunda daha fazla dayanamadı. Hissettiklerinden kadına bahsetti. Aklında canlandırdığı her bir kelimeyi özenle kurduğu senaryosunda olduğu gibi seçerek önceden kurguladığı şekilde hayatının aşkına evlenme teklif etti. "Hayat şu karşıdaki dağlara benzemez mi? Zorlu yolları aşar, dik yokuşlar tırmanırsın. Ve en sonunda ulaştığın zirve sana inanılmaz bir dünyayı gösterir. Bu dağı tırmanırken yanımda olur musun? Zirveye birlikte ulaşmamıza izin verir misin?" Adamın kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyor dizleri çözülmüş kadının söyleyeceklerini bütün dikkatiyle bekliyordu. Son söylenenleri duyan kadının yüz ifadesindeki değişim onu hayal kırıklığına uğrattı. Adama, ona hayatından çok değer veren o kişiye, sanki dünyanın en büyük suçunu işlemiş tiksinti dolu iğrenç bir yaratığı izliyor gibi büyük bir nefretle bakıyordu. Ve kadın duyduklarından sonra hiçbir şey söylemeden oradan uzaklaştı. Adam ise sadece arkadsından bakakaldı. Yeniden sonsuz karanlıkla dolu yalnızlığına dönmüştü bu şekilde bitebileceği aklının ucundan bile geçmemişti. Bunun hüznü kırılmış kalbini pişmanlığa boğuyordu. Sonsuz neşe gitmiş kafasındaki sesler ise geri dönmüştü. Daha üzerinden birkaç gün geçmesine rağmen dün ölürcesine sevdiği kadından bir anda nefret eder olmuştu. Ona o son bakışı gözlerinin önünden bir türlü ayrılmıyordu. Her fikri her düşüncesi beynindeki her kıvrım o anda kadını suçluyordu. "Bunu nasıl yapar?" diye sordu günlerce kendine. Fazla zaman geçmemişti ki bu öfke hemen yerini hüzne nefret de boşluğa bıraktı. O günden sonra hep kendini suçladı. Onunla geçirdiği zaman belki de hayatının en güzel anlarıydı fakat şu anda düştüğü durum? Onunla tanışmadan önce nasılsa öyleydi. Hatta daha da beterdi. Hayatında hiçbir şey hissetmemiş birisi duyguların yokluğunu hissedemez değil mi? O gece bankta oturup onunla tanıştığı güne lanet etti. Sonra biraz daha düşündü ve bundan da pişman oldu. En sonunda anlamış gibiydi. Kadın aslında en başından beri onu hiçbir zaman onun sevdiği gibi sevmemişti. Belki de yaşadıkları anılar bile aslında kendi kurguladığı rüyalardan, hayallerden ibaretti. Artık umut beklemekten sıkılmış ve istemsizce kendisine bir umut kaynağı yaratmak istemişti kim bilir? Hiçbir şey bilmiyordu. Hayatının geri kalanında bir daha öyle hissedemeyeceğini düşündü. Anlamsız hayatında bulduğu ve sonrasında kaybettiği hayallerini süsleyen anlam artık geri dönmeyecek şekilde tekrar yok olmuştu. Kafasında her gün büyüyen susturamadığı sesler, onu sonunda yıkıma götürmüş aşkını kaybetmeye dayanamayıp kendini sonlandırmasına neden olmuştu. Kalbinde bambaşka birisi olan fakat onun da bir başkasından karşılık bulamayacağı  kalbindeki o kadının ise bunların hiçbirinden hiçbir zaman haberi olmadı.

KısalarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin