Bölüm 3. Gerçekler

189 102 102
                                    

Mutlu olmak için çıktığım bu yolculukta, yine hüsrana uğradım.

Çok şey istemedim zaten, Mutlu olmak istiyorum deyip durdum bu on yılda. Olmadım, Olamadım.

Bazı mutluklar vardır sadece hayal ettiğin, gerçeği nasıl olur hiç tatmadığın, işte en acısı o. Hep hayalini kurarsın.

Bir yede okumuştum 'Mutluluk zaman alır, zaman sevdiklerini' diye. On yıl önce anladım bu cümleyi, mutluluğa ulaşmak isterken, kurduğum tüm hayallerimin ana karakterlerini kaybederek anladım.

Mutluluk benim için, Karanlık bir havada aniden bir güneşin doğmasıdır. Yani hiç beklemediğin, olmayacağını düşündüğün şeylerin bir anda kapını çalmasıdır. Bir bakmışsın Allah, hiç ummadığın anda vermiş kalbine mutluluğu.

                             ~~~

Karşımdaki adama bakıyordum. Etrafında onlarca adam vardı. Başını yerden kaldırmayan onlarca adam. Ve hepsinin tek bir amacı vardı iteat. Tek bir kişinin önünde el pençe divan durmuş, iki dudağının arasından çıkacak sözü bekliyorlardı.

Kocaman bir Kahkaha attı, gözlerini kıstı ve öne eğildi

"Ecelin"

Gözlerim fal taşı gibi açıldı, şaşkınlıkla karşımdaki adamı izliyordum. Ne şimdi bu kamera şakası falan mı? Komik olduğunu falan mı sanıyor bu? Ya da dur korktuğumu falan mı düşünüyor? Boynuna al Ada korkuyorsun. Ve şuan bunun kamera şakası olduğunu diliyorsun. Korkunun ecele faydası yok tatlım.

Loş ışıkla aydınlatılmış büyük, rutubetli depo gibi bir yerdeydik.

Nerden geldiğini bilmediğim cesaretimle kocama bir kahkaha attım "Ne diyorsun sen!? Birisi kamera şakası falan mı yapıyor!? Nereye el sallıyoruz!?" Nefessiz konuştuğum için soluklandım bu noktada. "Ali mi yapıyor bu şakayı nerde o!?" dedim.

Pozisyonunu değiştirmeden bana bakıyordu, önce kaşlarını çattı, daha sonra yüzünde alaylı bir tebessümle duruşunu düzeltti. Arkamda olduğunu bilmediğim bir adama başıyla bir işaret gönderdiğinden, üç saniye sonra başımdan aşağıya buz gibi su döküldü.

Hesaba katmadığım ve asla düşünmediğim bu hareketle şaşkına dönmüş, aynı zamanda da burnuma ve boğazıma kaçan suyla öksürük krizine girmiştim.

Suyun soğukluğundan dayanmayan titremelerim ve öksürmekten parçalandığına emin olduğum ciğerlerimle, karşısında bir zavallı gibi görünüyordum.

İki adımda yanıma yaklaştı. Hiç nazik olmayacak şekilde çenemi kavradı ve yüzüme "Seni bulacağımı bile bile neden buraya geldin!?" diye bağırdı.

Artık olmadığına inandığım çenemle, karşısında şaşkına dönmüştüm.
Kimden bahsediyordu!? Bulmak istediği kişi ben değilim! Ama neden burda olan kişi benim!? Merak etme biliyoruz korkmuyorsun, suyun soğukluğundandır o.

"N-ne diyorsun? Anlamıyorum!?" korkuyla verdiğim cevaba, çenem'de ki parmakları daha da sıklaştı. Dudaklarımın arasından kontrol edemediğim bir inilti kaçtı.

Gözlerine bakıyordum. Bir okyanusa bir damla kan düşerse, o okyanusun rengi değişmez. Ama ona karıştığını da yok saymaz. Gözleri de öyleydi, öfkeden rengi değişmese bile, bakışları değişmişti.

Baktı, baktım, baktık. Ellerini sertçe çenem'den çekti ve arkamdaki adama baktı.

"Küçük hanıma benim kim olduğumu hatırlatın, unutmuş olmalı." Dedi ve arkasını dönüp yürümeye başladı. Üç adım attıktan sonra durdu ve arkasını dönmeden "Nazik olun" dedi.

KADERİN DANSIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin