mingi, yunho'yu aradığında saat dokuza varmak üzereydi. yunho yatağının içinde kımıldanarak yanı başında duran telefonu alıp onun ismini gördüğü gibi minik bir küfür mırıldanarak açtı telefonu.
"efendim mingi?"
üç gün önceki yürüyüşlerinden beri görüşmemişlerdi. gerçi dün de mingi'nin aklına gelmişti onu aramak, bir yerlere çağırmak fakat tekrar hastaneye gitmek ve serum yemek zorunda kalmıştı. doktor yine aynı şekilde onu odasında sıkıştırıp bu hafta içinde gelmesini artık sertçe öğütleyip gitmişti. mingi gitmiyordu, gitmek istemiyordu çünkü bu durumdan sıkılmıştı. her gittiğinde ona bin bir türlü test yapılıyor, adını dahi bilmediği cihazlara giriyor ve sonuç yine hüsran oluyordu. bu programı artık ezberlemişti mingi. hem zaten şehirdeki donanımlı, profesörlerle dolu hastanelerde bile bir şey bulamamıştı. buradaki minik binada mı ortaya çıkacaktı ne olduğu?
"sakın bana yeni uyandım deme."
"yeni uyandım, sen kapatınca da uyumaya devam etmeyi düşünüyorum."
mingi güldü. "düşündüğünü yapamayacaksın çünkü evinin önündeyim."
"nerdesin, nerdesin?" yunho hızlıca yatağından kalkıp kapının önünü görebildiği mutfağın camına ulaştı. mingi cidden oradaydı. kulağında telefonu tutarken dik dik eve bakıyordu.
"evinin önündeyim."
"amaç?"
"seonghwa, sen ben, wooyoung, hongjoong kart oynayacağız."
mingi'nin izlendiğinden haberi yoktu, yunho onun bir elini beline yerleştirip etrafa bakışını, saçının rüzgarda savruluşunu izledi. hasır şapkasının ipi boynundaydı, şapka ise sırtına doğru bırakılmıştı. yine üstünde bol şeyler vardı. bu sefer uzunluğu dizlerinin altında , aşırı eski ya da eskitilmiş bol mu bol bir kot kapri vardı.
"şimdi mi?"
"evet, onlar evde. ben de seni almaya geldim."
"tamam, gel. ben hazırlanırken içerde dur."
"tamam."
mingi yere bakarak, yavaş adımlarla kapıya geldiğinde yunho çoktan bekliyordu kapıyı açmış şekilde. mingi bir yandan gülümsüyordu. kısaca selamlaşıp içeri girdiler, yunho odasına yürürken mingi de arkasından geldi. onun kocaman ekranlı bilgisayarını görünce ise kaşlarını kaldırmadan edemedi.
"uçak mı kaldırıyorsun bu devasa makineyle?"
yunho gardırobundan bir şeyler çıkarırken onun bu lafına uzun süre güldü.
"harbiden, minik bir şey neden yetmiyor?"
yunho kıyafetlerini yatağa bırakıp mingi ona bakmaktayken bunu umursamayarak direkt tişörtünü kaldırmasıyla karşısındaki genç gözlerini şaşkınlık içinde kocaman açarak tekrar bilgisayara döndü.
"bilgisayardan bir sürü şey yapıyorum, büyük bir ekran görmenin yanı sıra bunun özellikleri çok iyi."
mingi dudaklarını büzdü.
"sanırsın dünyayı kurtarıyor..."
"nereye gideceğiz biz?" yunho, mutfağa ilerlerken mingi yine onun arkasından geliyordu bir civcivin annesi bellediği kişiyi takip etmesi gibi.
yunho dolabı açıp iki elma çıkardı, kısaca su altında tuttuktan sonra birini mingi'ye verdi.
"hongjoongların büyük akrabalarından kalma boş bir ev var, genelde orada otururuz zaten. çok uzakta değil."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
nan chun, yungi
Fanfictionküçük kasabalarda da insanlar var, yaşar herkes gibi. onların da hikayeleri var. angst! ann