{Hikayeme destek olursanız çok sevinirim. Şimdiden oy ve yorumlar için teşekkürler🙏🏻}
Bazı anlar nadir de olsa aklıma bir soru takılıyor, beni uzun uzadıya düşündürüyordu.
Hiç o adamla anlaşmasaydım ve başka bir şekilde kaçmayı deneseydim kaçabilir miydim? Ya da paragözün teki olup canından olmasaydı ve plan tıkırında işleseydi ben şu an Amerika'da güzel bir hayatın içinde olabilir miydim? Bazen insanların kaderinden kaçamayacağı düşüncesi ağır basıyordu. Belki de gideceğim yere varsaydım başıma başka şeyler gelecekti. Elbette bir imtihanın içinde tanrının hapsettiği hücrede kendime yol bulmaya çalışacaktım ama şimdi hiç ışık yoktu. Veronica ve samimiyetine emin olamadığım planları hariç. Her detay bu kadar karamsarken nasıl güvenli bir alana ulaşırdım orası belirsiz. Bu ülkede kaçabileceğim hiçbir delik yoktu.
Meksika'nın taşı toprağı rüşvetle yıkandı ve iflah olmaz bir hal aldı. Varacağım her yolun sonu onun kötülükle dolu dünyası olacaktı.
Yine de başarabilirdim. Önce kendimi buna inandırmam gerekiyordu. En şeffaf haliyle ve riskleri göze alarak. Belki de artık her şey için çok geçti. Bir yerde teslim olmam gerektiğini düşünüyordu içimde ki sesler. Görmezden gelsem bile orada hala bir şeyleri kabullenmem için ısrar eden bir yanım vardı. Bunu inkar edemezdim, bu kadar yıkılmışken en başa sarma korkusu beni ürkütüyordu.
Cebimde titreyen telefon beni düşüncelerden kısa bir an da olsa sıyırdı. Koltuğa daha da yayılırken elime aldığım telefonun, yanıp sönen ekranına baktım. İçimde bir huzursuzluk baş gösterdi. Bu nefret sayacı ısrarla dönerken, butonu kaydırıp aramayı yanıtladım. Sessizlik oluştuğunda yutkunmakta güçlük çekmiştim ama kulağımda onun nefes sesini duymam beni tüketmişti.
"Baba," dedim ruhsuz bir sesle onun konuşmasını beklemeden. Sükunet ikimiz arasında sarmaşıklandı ama bu kısa sürmüştü.
"Oğlumun telefonunun sende ne işi var?" Diye sorduğunda gülmeden edememiştim. Boş bakışlarım karşımda ki aynadan bana bakarken ne kadar acınası bir halde olduğumu düşündüm ve bunun sebebinin hemen kulağımda olmasını. Aylar sonra sesini duymuş olmanın garip hissi vardı ama buna mana bulmak zordu.
"Beni sormayacak mısın?"
İçim alevlere teslim olurken dışarıdan bu kadar soğuk duruyor olmama hayret etmiştim. Şimdi biri parmağını değdirse saatlerce ağlayabilirdim.
"Seni ne soracağım? Bizi rezil ettin. Senin yüzünden insan içine çıkamıyorum."
Titrek nefesimi dışarı verdim.
"Her şeyin sorumlusu sensin," dediğimde ayıplarcasına bir ses çıkarmıştı. Kaşlarım daha da çatılırken, gözlerimin musluğu açılmak üzereydi.
"Allah senin belanı versin!" dediğinde bir hıçkırık kaçmıştı boğazımdan. "Bir kere olsun şerefsizlik yapmayıp, ailemize layık olsaydın ölürdün değil mi?"
"Aile mi?" Diye bağırdığımda kirpiğimde asılı duran yaşlar üst üste aktı. "Sen ne ailesinden bahsediyorsun? Asıl Allah senin belanı versin beni üç kuruşa sattın."
Onun hakaret ve tehdit dolu sesi durmaksızın artarken telefonu kulağımdan çektim. Sesi bana ulaşmasa bile ne dediğini tahmin edebiliyordum. Kendimi yere attığımda hiç bu kadar dolmadığımı hissettim. Üzerimde dünyanın yükü varken bile bu kadar kırılmadığımı. Onun değişmiş ve vicdan muhasebesine çekilmiş olmasını umduğum saniyelik anlara türlü lanetler ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SINIRDAKİ YABANCI +18
General FictionBU HİKAYENİN BİR ÇOK KISMINDA RAHATSIZ EDİCİ İÇERİK BULUNMAKTADIR. "Teninde bir ilkbahar havası ama için kar kış. Gözlerin yorgun, ruhun darmadağın. Korkuyla baktığın bu yollar senin kaderin, bu gözler senin katilin." Bakışlarında bir kasvet, kehane...