chapter twelve

358 38 9
                                    

maçı kazanmıştık.

zorluydu ama en azından hakkımızla kazanmıştık. hyunjin son on dakika kala maça girmiş ve ciddi anlamda berbat oynamıştı. şimdi ise oturmuş onun hakkında yazılan tweetleri okuyordum.

berbat şeyler yazıyorlardı. bunlarla başa çıkmak gerçekten çok zordu çünkü bu bir döngüydü. fanatikler takıma sadık olurdu, futbolcuya değil. bugün sövüp yarın övebilirlerdi ve bu en çok futbolcuyu yoruyordu.

yine de insanların biraz haklılık payı vardı, hyunjin'in kötü oynadığı barizdi.

nedenini anlayabiliyordum. hevesi kırılmıştı, on dakikada adapte olmakta zorlanmıştı.

şakaklarımı ovuşturduğumda gözlerim odamda gezindi. krem tonlarına boyalı duvarlar içimi açmaya yetmiyordu. daralıyordum, aldığım nefesler bana yetmiyordu.

bu odaya dair hiçbir şey bana ait değildi. boş olan tek yer olduğu için bu küçük yere adeta atılmıştım. masanın üzerinde duran kamerama baktım, bir tek bu vardı.

kameraya olan ilgim her zaman fazlaydı ama bunun üzerine okuyup, mesleğini yapmayı düşünmemiştim. belki de hayatımın dönüm noktası kameraman olmaya karar verdiğim gündü, bilmiyordum.

annem bizi terk ettiğinde geriye sadece fotoğraflarımız kalmıştı, annem öldüğünde geride sadece fotoğrafları kalmıştı.

o an aslında fotoğrafların ne kadar değerli olduğunu düşünmek her dakikamı fotoğraflamakla sonuçlanmıştı, bu da elimden kamerayı düşürmememe sebep olmuştu.

babamla her buraya geldiğimde çektiğim fotoğraflarla aklıma yatmış ve bunu mesleğe dökmeye karar vermiştim. bazı anlar düşünüyordum, yaşamımı şekillendiren bu olay olmasaydı hayatım nasıl olurdu?

belki babamla aram daha iyi olur, mükemmel bir hayatım olurdu. tanıştığım kişilerle tanışmaz ve eğlenceli bir hayata sahip olurdum.

kapı çaldığında yüzümü avcumun içine yasladım ve korkarak, "gel." dedim.

"neredesin sen?" dedi anında jisung. büyük bir nefes verip varlığına şükrettim. "iyi misin?"

"neden iyi olmayayım?" kaşlarımı çatarak oturmasını gösterdim. karşımdaki koltuğa yayıldı. "tebrikler."

"işte, bu yüzden." ayaklarını uzattı. üzerinde eşofman ve sweat vardı. ıslak saçlarına bakarsak duş alıp gelmişti. "kuru kuru tebrikler, yanımıza gelmemeler, maçı izlememeler..." kendi kendine düşündü. "hyunjin'de aynı böyle suratsız, en son onunla konuşuyordun. ne oldu?"

ne olduğunu ben de unutmuştum. üzerine çok olay eklemişti babam. "hyunjin'in derdi belli." dedim geri çekilerek. "ben de gidip dinleneceğim. bugün çok yorgun hissediyorum."

"hadi ordan," bir anda ayaklandı ve karşıma geçti. "çıkan haberleri gördüğümü söylememe gerek var mı illa?"

"ne olmuş," omuz silktim. "çıkan haberlerde ne var? sadece konuşuyorduk işte. sen de söyledin."

"bir şey mi dedi sana?" ciddiyetle kurduğu cümle gerilim yaratması açısından beni korkuttu. her şey yeni yeni düzelmişken bu saçma olay, olan temeli bile mahvederdi.

"saçmalama," diye mırıldandım. "bang chan'la ilgili biraz, ayrılmayı düşünüyorum."

"ananı sikeyim," dedi göz devirerek. "iki gün konuşmadık olanlara bak. neden?"

"yürümüyor, birbirimize yetemiyoruz."

"bu zaman kadar yetti, şimdi mi yetmiyor?"

"siktir et," dedim telefonumu alarak. "bu gece beni eve atmaya ne dersin?" babamla ilgili sorunları bilmediği için gülümsedi ve kafa salladı.

"harika olur. çabucak gidelim o zaman, sonra ben kafanın etini yerim." kapıya doğru ilerledi. "ben hazırlanıyorum, sen de aşağı iniyorsun. tam beş dakika."

gülerek kafamı salladım. heyecanlı konuşması beni mutlu ediyordu. zaten tek yaşadığı için genelde o beni gelmem için ikna ediyor ve mahcup olmamı engelliyordu bu yüzden sık sık onda kalmam beni derde sokmuyor, mutlu ediyordu.

etrafı yalandan topladım ve sonunda telefonumu alarak odadan çıktım. çıkmadan önce kapıyı kitlediğime emin olup anahtarı cebime attım. "hyung!" dedi ben daha adım atmadan. arkamı dönerek ona baktım ve gülümsemeye çalıştım. instagram görevlisiydi ve çok tatlı bir kızdı. üstelik henüz yeniydim ve kimsenin benim için egolu demesini istemiyordum. "imzan gerekiyor, fotoğrafların paylaşımı için."

sorgulamadım ama kağıdın üzerinde yazılanları iyice okurdum. "bir dahakine daha hızlı davranalım, olur mu?" diye mırıldandım. kafam bir dünyaydı, kız öylece bana bakarken bunu fark etmiş olmalıydı.

en sonunda kafasını aşağı yukarı salladı ve gülümsedi. hafifçe eğilip giderken saçlarımı karıştırdım. başım ağrıyordu. ağır adımlarla aşağı indim ve kalabalığa baktım. benim de çok işim vardı ama ertelemek zorundaydım, yapacak mentaliteye sahip değildim.

babam ortalıkta gözükmüyordu. şükrede şükrede soyunma odasının önüne gittim ve beklemeye başladım. onun beni beklemesi gerekiyordu... sohbete takılıp kaldığından emindim ama içeri girmek istemiyordum. hatta kimseyle karşılaşmak bile istemiyordum.

tabii ki bu dileğimde saniyesinde düştü. kapının açılmasıyla karşı karşıya geldiğim isim, tam olarak karşılaşmayı istemediğim kişiydi.

göz göze geldiğimizde özellikle onun çekmesini bekledim ama o da bakışlarını üzerimde tutunca kalakaldık. dudaklarımı birbirine bastırdım. sırtındaki çantasıyla o da benden hallice duruyordu. ikimiz için de berbat bir gün olmuştu, toparlanmak zor olacaktı.

sonunda bir adım daha attığında tuttuğum nefesi bıraktım. çekip gitmesini bekledim ama etrafa bakmaya başladı. kaşlarımı çatarak tavırlarını inceledim. tam olarak ne bekliyordu?

siktir git diye bağırmamı mı?

"hiçbir şey bilmiyordum," dedim en sonunda. koridorda sadece ikimizin olması bunun bahanesi olmuştu. "babamla hiç konuşmamıştım, kimse hakkında bilmememem gereken bir şey bilmiyorum."

gözlerini kıstı ama hiçbir şey demedi. bir şey demesini istemiyordum sadece içimde kalsın istememiştim. "sevgilimle günlerce konuşmamıştım, aksi olsaydı da anlatmazdım. bundan ne kadar rahatsız olduğumun farkındasın gibi gelmişti." kendi kendime güldüm. kendime yalan söylemiştim, babamın yaptıklarını gözümde büyütüyordum çünkü bir şekilde hyunjin kalbimi daha çok kırmıştı. geçmesi için kenara çekildim.

"sırrını bilmediğim için şu an güvende, dikkat et öğrenmeyeyim."


15 nisan 2024

mirror, hyunlixHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin