9.BOLUM(düğün sabahı)

5.2K 166 114
                                        


Gözlerimi araladığımda sabah güneşi odaya sızıyordu. Birkaç saniye nerede olduğumu unuttum. Sonra gerçek yüzüme çarptı. Bugün... düğün günüydü.

Boğazım düğümlendi, midem bulanıyordu. Hızla yataktan kalktım, banyoya girip yüzümü yıkadım. Aynaya baktığımda karşımdaki yorgun, mutsuz ve gözleri kızarmış kıza bakakaldım.

Bir süre sonra kapı tıklatıldı. Ardından Natasha'nın sesi geldi:

"Nil, hazır mısın? Gelinliği getirdiler. Kuaför birazdan burada olur."

Kapıyı açtığımda içeri birkaç görevli girdi. Ellerinde bembeyaz, kabarık ama zarif bir gelinlik vardı. Yanında topuklu ayakkabılar, tül duvak, inci detaylı takılar... Her şey özenle seçilmişti ama hiçbiri bana aitmiş gibi hissettirmiyordu.

Sanki başka bir kadının hayatını giyiyordum üzerime...

Kuaför geldi, saçımı yaptı, hafif bir makyaj uygulandı. Herkes etrafımda bir şeyler yapıyor, söylüyor, gülüyor ama ben sanki hiçbirini duymuyordum. Tüm sesler uzak, boğuk, anlamsızdı.

Hazırlandığımda, odanın köşesinde duran aynaya istemeyerek baktım. Karşımda beyazlar içinde bir kadın vardı... ama içinde ben yoktum. Gözlerimin içi bomboştu.

Kapı tekrar çaldı, bu sefer Alex içeri girdi. Siyah takım elbisesi içinde fazlasıyla resmi görünüyordu. Gözleri üzerime kayınca bir an için durdu. Sonra yaklaşıp hafifçe gülümsedi.

"Çok güzelsin."

Hiçbir şey söylemedim. Sadece yere baktım. O da suskunluğumu umursamadan elini uzattı.

"Haydi, gelin hanım. Gösteri başlıyor."

Elini tutmadan yürümeye başladım. O da peşimden geldi. Düğün salonuna özel bir arka kapıdan girdik. Orası insanlarla doluydu. Işıklar, müzik, gülüşmeler... Ama içimde bir matem havası vardı.

Sunucu bizi sahneye davet etti. Kalabalığın önüne geçtiğimizde herkes alkışlamaya başladı. Sanki bu bir masal gibiydi... ama ben o masalda prenses değil, zorla sahneye sürülmüş bir figürandım.

Alex elimi tuttu. Sıkıca. Herkesin önünde dudaklarıma yaklaştı. Fısıltıyla söylediği sözle kalbimi dondurdu:

"Unutma, Nil... rolümüz yeni başlıyor."

Ve sonra... herkesin gözü önünde beni öptü.

Düğün töreni sonunda, salonun her köşesinde insanlar hâlâ neşeyle dans ediyor, gülüşmeler yankılanıyordu. Ama ben o kalabalığın içinde yapayalnızdım. Ellerim hâlâ terli, içimde büyüyen ağırlık boğazıma düğüm olmuştu.

Alex beni kalabalığın içinden geçirip özel hazırlanmış "gelin odası"na götürdü. İçeri girdiğimizde kapıyı kapattı ve yüzünü bana döndü.

"Güzel atlattık değil mi?"

Ona tek kelime bile etmedim. Cevap beklemeden yaklaşıp ceketini çıkararak bir koltuğa fırlattı. Kravatını gevşetti, sonra bana baktı:

"Artık evliyiz. Kağıt üstünde bile olsa... Bu bizim gecemiz, değil mi?"

Ona döndüm ve alaycı bir şekilde gülümsedim.

"Hayır, bu senin oyun gecen. Ben sadece senaryonun kurbanı oldum."

Gözlerini bir an kaçırdı, sonra ciddi bir tonla konuştu:

"Nil... Bu sadece bir iş değil. Benim için değil en azından."

"Benim için sadece iş bile değil. Mecburiyet. Zorbalık. Tehdit. Şimdi izin verirsen geceyi tek geçirmek istiyorum."

Alex sessizce beni izledi. Gözlerinde kısa bir kırılma vardı. Sonra başını eğdi ve kapıya yöneldi.

"Tamam. Bu gece karışmayacağım. Ama ne olursa olsun, artık benim karımsın. Bunu unutma."

Kapıyı çarpıp çıktı. O an içimde bir kırılma oldu. Odaya çöktüm. Gelinliğim hâlâ üzerimdeydi. Kabarık etekleri yere yayılmış, duvağım yana kaymıştı. Kendimi aynanın karşısına attım, gözlerime baktım. Tanımadığım birini gördüm.

Sonra kapı hafifçe açıldı. Lina içeri girdi.

"Abla... iyi misin?"

Onu görür görmez kollarına atıldım. Gözyaşlarımı daha fazla tutamadım. İçimden bir şeyler kopuyordu.

"Ben ne yaptım Lina... neye evet dedim...?"

Lina beni sıkıca sardı.

"Sen beni korudun. Ne olursa olsun, bu fedakârlığını unutmayacağım."

O gece boyunca, ikimiz de gözyaşlarıyla sarıldık. Dışarıda müzik devam ediyordu. Ama içimizde yas vardı.
Lina odadan çıktıktan sonra sessizlik yeniden üzerime çöktü. Gelinliğim hâlâ üzerimdeydi ama artık ağırlığını bile hissetmiyordum. Kalbimdeki yük her şeyden ağırdı.

Yavaşça yerimden kalktım, sürüklenir gibi banyoya gittim. Aynadaki yansımama tekrar baktım. Gözlerim kızarmıştı, makyajım akmış, yüzüm solgundu. Mükemmel bir gelinden çok, bir savaşın içinden çıkmış gibiydim.

Duvağımı çıkardım, ardından yavaşça gelinliği üzerimden sıyırdım. Beyaz, ipekten yapılmış elbise zemine süzüldü. Artık o elbise benim için saflığın değil, esaretin simgesiydi.

Duşun altına girdim. Su yüzüme, omuzlarıma çarparken içimdeki ağrıyı bir nebze hafifletiyor gibiydi. Ama kalbimin orta yerinde o his, hâlâ yerli yerindeydi: Tutsaklık.

Duştan çıkıp sade, pamuklu bir pijama giydim. Saçlarımı kurulamaya bile gücüm kalmamıştı. Odanın köşesindeki koltuğa oturup pencereden dışarıya baktım. Gecenin karanlığına yıldızlar eşlik ediyordu. Ne kadar sessiz ve huzurluydu dışarısı... Tam tersi gibiydi içimdeki fırtına.

Sonra yatağa uzandım. Yorganı boğazıma kadar çektim, küçüldüm, büzüldüm. Sanki ne kadar küçülürsem, o kadar görünmez olacaktım. Karanlıkta, tavanı izlerken gözlerim ağırlaştı. Ama uyumadan önce aklıma gelen son şey Alex'in yüzü oldu. O sırıtışı. O bakışlar. O tehdit...

Gözkapaklarım kapanırken içimden bir cümle geçti:

"Üç ay... sadece üç ay dayan Nil..."

Ve karanlığın içine, yavaşça daldım...

RUS MAFYASİ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin