Uyandım. Galiba uyandım ben. Her anlamda uyandım..
Kahvemi yapıp balkona geçtim. Bir yaz sabahı. Çok seviyorum yaz'ı. Bana samimiyet'i anımsatıyor. Kış'ı hiç sevmem. Soğuktur çünkü. Galiba ben ailem için hep o kış oldum. Sadece soğuk olmama odaklandılar. Hiç kar'ımın güzelliğinden bahsetmediler. Hiç o sıralarda mandalina'nın tadından bahsetmediler. O kestanenin tadından söz etmediler. Yani onlar sadece soğuk olmamdan bahsedip, nefret etmişler benden. Bende sevmiyorum artık kışı. Babam'ın dünkü bakışları aklıma gelince gözümün önünde şimşekler çaktı. Niye öyle baktı bana? Ben gerçekten bu kadar mı zararlıydım?
Anıl hâlâ arıyor ama açacak mecalim yok. Biliyorum, çok haksızlık ediyorum o da beni merak ettiğinden arıyor ama benimde gücüm kalmadı. Mesajlaşmamızdaki en son konuşmamız benim doğum günümdü. Doğum günüm iki gün sonra. Yirmi bir Temmuz'da. Anıl bana "Görüntülü arayayım sende benim tam karşımda pastanın mumunu üfle, olur mu Asel?" Olmaz Anıl. Diyemedim tabi ki sadece bilmiyorum diyebildim. Kendi moralim bozuk olduğu için onu da mahvediyorum biliyorum. Belki de dünyanın en adaletsiz tarafı. Ondan çıkarmamam gerek kırıklarımı. Mutlaka ruhunun bir yerlerini keser bu kırıklarım. Bu vicdanla yaşamaktansa galerime gidip gece yarısına kadar çizim yapmak daha akıllıca. Hemen üstüme kırmızı sweat'imi ve buz mavisi bol pantolonumu geçirdikten sonra saçımı at kuyruğu yaptım. Makyaj yapmayacaktım. Sadece göz altlarımı birazcık kapattıktan sonra evden çıktım.
Yolumun üstündeki o iskenderciye gitmek istedim. İskender her zaman onarır. Tam oturdum restoran'a aklıma Anıl geldi. Bana iskender gönderdiği anı hatırladım. Nasıl da şok olmuştum ama, kurye kötü azarlamıştı ama. Yüzümdeki tebessüm'ü hemen hissettim çünkü bu an nadir olur. Acaba Anıl da beni düşünüp yani beni değil hareketlerimi düşünüp gülüyor mudur? Sonuçta her akşam görüntülü görüşüyoruz ve o kadar çok gülüyoruz ki. Son zamanlarda ruhuma ilaç gibi geldi. Ve ben şu an onu üzüyorum, kırıyorum belki de çıldırtıyorum. Beni o kadar düşünür mü derken telefonum tekrar çalmaya başladı. Arayan Ömer'di. Açtım.
- Efendim Ömer?
- Asel sabahtan hayır hatta geceden beri seni arıyoruz, daha çok Anıl tabi ki.
- Tamam söylersin, iyiyim.
- Ciddi misin? Çocuk geceden beri sana ulaşmaya çalışıyor ve benden değil senden haber almaya çalışıyor. Anlıyor musun Asel?
- Peki. Ben konuşurum onunla. Kapatıyorum.
Ben nasıl bir insanım? Başkaları beni kırıyor diye bana değer verenleri kırıyordum. Ben özümde kimseyi hak etmiyordum. Ben babamın boş bakışlarını bile hak etmiyordum. Çünkü asıl kırıcı kişi bendim. O kötü karakter, evet bendim. Anıl'ın attığı mesajlara girdim. Hâlâ çevrim içi'ydi.
"Asel nasıl geçti?"
"Hâlâ orada mısın?"
"Seni merak ediyorum."
"Asel iyi misin?"
"Neden dönmüyorsun?"
"Telaşlanıyorum Asel."
"Sana çok değer veriyorum bir şey olmasına dayanamam."
"Asel lütfen bir şey yaz yoksa Türkiye'ye yanına geleceğim."
Ve daha niceleri.. Onu çok korkutmuşum. Ama beni anlar, anlar değil mi? Ben de çok kötü bir gün geçirdim.
"Anıl iyiyim merak etme. Sadece biraz dinlenmeye ihtiyacım var. Kısa bir süre görüşmeyelim. Çok kısa. Sadece toparlanayım, lütfen."
İskender'i yemeden kalktım restorandan. Anıl'ı bu kadar üzmüşken o iskender'i yemek ihanet gibi geldi. Bana değer veren bir insanı da kaybediyordum yavaş yavaş. Onu üzerek, kırarak, telaşlandırarak hak etmediği duyguları yaşattığım için kaybediyorum. Oysa ki çok iyi arkadaş olmuştuk. Ben sadece onunlayken saatlerce güldüğümü hatırlıyorum. Onu kaybetmemek için elimden geleni yapacağım. Sadece biraz dinlenmeye ihtiyacım var. Belki bir saat belki bir gün bilmiyorum ama birazcık zaman istiyorum. Galeriye geldiğimde elime ihtiyacım olan her şeyi aldım. Başladım çizmeye. İçimden ne geliyorsa onu çizmeye başladım...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sanat Eserim
Teen FictionAsel..en çok sevdiği çiçek lavanta olan Asel.. Bir gün parka gidip kalbini orada bırakan Asel.. Orayı taşla dolduran Asel.. Her şeye rağmen yaşayan ya da yaşadığını sanan Asel.. Acaba bize hayatından neler paylaşacak?