12. Bölüm "Dibe çöktüm"

129 23 4
                                    

Ön duyuru: Ailevi sorunlarım hala devam ediyor. Bu ay resmen çöküş içerisindeyim ve moralimi iyileştiren tek şey buradaki okuyucularım, ve hikayemin gün geçtikçe daha çok okunması. Sizleri bekleterek elimde olan tek şeyi de kaybetmek istemiyorum. Bu yüzden yazacağım, iyi okumalar ^^

***

İçim içimi kemiriyordu. Erkekler genelde arkadaşıyla küstüğü zaman hemen araları düzelirdi ama biz Utku'yla bir haftadır konuşmuyorduk. Bilmiyorum, belki de en iyi arkadaş olduğumuz için böyle olmuştu. İnsan karşısındakine ne kadar değer verirse, karşısındaki de o kadar kırıcı oluyordu. Bu da böyleydi. Utku benim en yakın arkadaşımdı ve birbirimizi gerçekten kıracak şeyler söylemiştik. Daha da kötüsü, artık grubumuz dağılıyor gibiydi. Toparlanmamız gerekiyordu ama siktiğim gurur yüzünden kimse birbirinden özür dilemiyordu. Böyle düşüncelere daldığım sırada kahvem beni uyarırcasına kokusunu ciğerlerime hükmetti. Balkonda oturmuş İzmir'in betonlaşmış halini izlerken, bir yandan da kafamı böyle düşüncelere yoğunlaştırırken kahvemi unutmuştum, soğumak üzereydi. Fincanı elimi yakmayacak şekilde tutup bir yudum aldıktan sonra masaya geri koydum ve masada, kafesinde duran Patates'e baktım. Bazen keşke bir hamster olsam diyorum. Küçücük beyniyle kendini böyle şeylere yoğunlaştırmıyor. Hiçbir şeyden haberi yok. Sadece yiyip içip yatıyor. Ya da hiç büyümeseydim. Hep küçük, bir ağlamasıyla annesinin koşarak yanına geldiği bir bebek olarak kalsaydım. Belki fazla büyük değildim ama ergenlik bence bir insanın en zor dönemiydi. Duyguların yoğun oluyordu, fiziksel değişimler yaşıyordun ve sürekli çevreden eleştiri alıyordun, yaşıtlarından kimsenin birbirine saygısı yoktu ve özellikle 16'lı-17'li yaşlarda bir sevgili arayışındaydık. Tam o sırada masanın üstünde, titreşimde olan telefonum olduğu yerde titreyerek hareket etmeye başladı ve ekranda Ezgi'nin ismi belirdi. Telefonu elime aldım. Neden beni arıyordu şimdi? İşi mi düşmüştü? Yoksa yanlışlıkla mıydı? Titreyen parmağımı tam açma tuşuna götürdüğüm sırada Ezgi aramayı kapattı. Telefonun ekranında duvar kağıdı belirdi. Boş boş duvar kağıdına baktım. Geri aramalı mıydım? Yüzsüzlük mü olurdu? Belki kendisi bile aramamıştı ya da aradığından haberi yoktu, her ihtimali değerlendirmek gerekirdi. Ah, sikeyim ihtimalleri. Ezgi'yi tekrar aradım ve bir süre çaldırdım. Yaklaşık beş saniye sonra telefonunu açtı.

"Ne var?" derken sesi uzaktan geliyordu. Hoparlör açıktı ve başka bir şeyle meşgul olduğu belliydi. Telefonu böyle açması da sinir bozucuydu, sanki az önce o beni aramamış gibi. Yine de irdelemedim, Ezgi hep böyle garip olmuştu zaten.

"Az önce beni aradın da, o yüzden aramıştım. Telefonu bu şekilde açmana gerek yoktu." Sesimin titrememesine gayret gösterdim.

"Aradım, evet." dedi yine, umurunda değildi. Onu tırnaklarını törpülerken ya da oje sürerken hayal ettim. Çünkü genelde bu şekilde konuştuğunda bu eylemleri gerçekleştirirdi. Bir süre ne diyeceğime karar veremedim. Sessizliğin uzun sürdüğünü fark edince konuştum.

"Pekala, neden aramıştın?" Cümlemi tamamlar tamamlamaz çığlık attı. Endişelenmemiştim. Ne olabilirdi ki?

"Siktir. Ojem halıya döküldü." dediğinde güldüm. Tam da tahmin ettiğim gibiydi, onu iyi tanıyordum. "Ben kapatıyorum." dedi ve benim cevap vermeme izin vermeden kapattı ama yalan söylüyordu. Oje sürüyorsa bile yere düşen bir şey yoktu çünkü patırtı sesi gelmemişti. Pekala, neden soruma cevap vermemişti o halde? Hep böyle yapıyordu. Beni boşlukta bırakıyordu. Telefonu sıkkınlıkla masaya geri bıraktım ve kahvemden bir yudum aldım. Soğuduğunu yuttuğumda fark ettim ve yüzümü ekşittim. Fincanı elime alıp hemen balkonun kapısındaki mutfağa gittim ve kahveyi lavaboya döküp içini suyla çalkaladıktan sonra bulaşık makinesinin içine koydum. Eğildiğim yerden kalktığım anda bir bedene çarptım. Yüzüne baktığımda Eliza olduğunu fark ettim. Bu kız nasıl eve bu şekilde girebiliyordu? Neden benim haberim olmuyordu?

Mayıslar Bizim Olsun (ARA VERİLDİ)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin