Yabancı

45 17 0
                                    

Merhaba, kitapta tam olaylar başlamamıştı, ben de bir bölümü daha yüklemek istedim.
Bu bölümümüzün şarkısı: You Don't Know Me (Jax Jones, RAYE)
İyi okumalarrr
--------------------------------------------------------------
Başım ağrıyordu, sadece bunu söyleyebilirdim. Hiçbir yerimi hissetmiyordum. Bu güne böyle başlamıştım, berbat. Yatağımdaydım, ağaç kovuğumdaydım. Ama beni buraya kim getirmişti?
Daha dün yaşadığım maceranın sonunda kim beni buraya getirebilirdi ki?
Belki de rüyaydı, belki...
Kim bilebilirdi ki?
Ama en önemlisi, beni buraya kim getirdiyse nerede yaşadığımı nasıl biliyordu?
Alnıma yapışan kızıl saçlarımı çektim ve ayağa kalktım. Rüya mıydı yoksa değil miydi öğrenmeliydim. Koyu yeşil çantamı elime aldım. Sırt çantası değildi, olsa daha iyi olurdu ancak kanatlarım buna izin vermezdi. Çantamın dibinde birkaç tane şekerleme vardı, çıkartmadım. Sonuçta acıkırsam yiyebilirdim... İçine küçük bir çakı koydum çantamın, bir de ne olur ne olmaz diye sargı bezi. Tam o sırada fark ettim, kanadım kırılmış ve yeniden sarılmıştı.
Kim neden bunu bile düşünsün ki?
Birkaç tane daha şey attım çantaya. Düdük, bir bıçak, halat ve tel, kapı açmak için. Sonra boynumdan geçirdim çantamı. Makyaj masamın önüne geçtim ve aynadan kendimi izledim. Şeffaf-yeşil kanatlarım iki yana açıktı ve elbisem hâlâ aynıydı. Değiştirmeye karar verdim. Dolabımdan fıstık yeşili, ip askılı ve şişkin etekli bir elbise seçtim. Hızla üzerimdeki elbiseyi çıkarttım ve diğeriyle değiştirdim. Elbise dizlerime geliyordu ve çok tatlı duruyordu. Çantamı tekrar taktım, yeniden aynanın karşısına geçtim. Bu sefer başımı onaylarcasına sallayıp aynanın önünden çekildim. Ağaç kovuğumdan çıktığımda atımın hâlâ burada olduğunu gördüm. Ellerimi üzerinde gezdirdim ve ağaçtan bir elma kopararak ona verdim, yediğinde ise yavaşça uzaklaştım. Uzakta bir adam gördüm, yürümeye devam ettim. Şaşırmıştım, buraya pek kimse uğramazdı. Umursamadım ama o adam yaklaştı ve sordu:
"Burada ne arıyorsun küçük peri?"
Olabildiğince tatlı bir ses tonuyla yanıtladım:
"Sizi ne ilgilendiriyor acaba?"
adamı incelemeye başladım. Gözlerini ve saçlarını bir pelerinle gizlemişti, göremiyordum ancak ölüler kadar beyaz bir teni vardı. Siyah pelerininden çok fazla bir şey belli olmasa da kan kırmızı dudakları gözüme çarpmıştı.
"Soruya soruyla mı cevap vermen gerekiyor?"
"Sen de öyle yapmış olmadın mı?"
belli ki onu sinirlendirmiştim.
"Bu döngüye girmeyelim küçük peri, çıkayamayız."
"Tamam"
dedim ve ekledim:
"O zaman çekil de geçeyim"
"Nereye gidiyorsun küçük peri?"
sinirle bir nefes çektim.
"Sana ne?"
ayağıyla yerde ritim tutmaya başladı.
"Sorgulama da cevap ver peri!"
bu sefer gerçekten sinirlenmiştim.
"Bana peri deyip durma, senin ne olduğunu bile bilmiyorum!"
"Ben de senin adını bilmiyorum"
"Hiç bilemeyeceksin ve zaten beni de bir daha göremeyeceksin çünkü ben gidiyorum."
yanından geçip gidecektim ki kolumu kavradı.
"Hiçbir yere gitmiyorsun küçük peri"
"Nedenmiş o?"
"Çünkü... öyle"
çantamdan bıçağımı çıkardım ve bileğine dayadım.
"Yerinde olsam bırakırdım"
"Yerinde olsam o bıçağı çantama geri koyardım."
“Neden yaa, neden?”
“Çünkü benim hangi tür olduğumu bile bilmiyorsun.”
Kaşlarımı çattım.
“Bu neden bir sorun olsun?”
“Biraz düşün peri, her tür olabilirim…”
… evet her tür olabileceği düşüncesi biraz korkutucuydu… Ama belki de sadece beni korkutmak için söylüyordu. Bıçağı tekrardan çantama koydum.
“Hah şöyle.”
“Bıçağım hâlâ çantamda!”
“Tamam küçük peri, bir şey demedim…”
bir süre sustuktan sonra konuştum:
“Ben gideyim mi artık?”
“Hayır!”
“Sen gidecek misin?”
“Hayır!”
“O zaman ben bekliyorum.”
“Bekle ama gitmeyeceğim.”

30 dakika sonra:

“Gitmeyeceksin değil mi?”
“Gitmeyeceğim.”
“Ben de…”

1 saat sonra:

“Hâlâ mı gitmeyeceksin?”
“Gitmeyeceğim.”
“Offf, aman… Ben de…”

1 buçuk saat sonra:

“Gitmiyor musun?”
“Gitmiyorum.”
“Ben gideyim mi?”
“Bilmem, iyiliğin için gidebilirsin.”
“Hayır, gitmeyeceğim.”

2 saat sonra:

“Gitsem mi yaa ben?”
“Bence git.”
“Uffff, gitmemem lazım ama…”
“Bence git.”
“Gitmeyeceğim. En azından bir yarım saat daha…?”

2 buçuk saat sonra:

“Tamam. Vazgeçtim, sanırım gideceğim.”
“Güle güle!”
“Gitmesem mi?”
“Bilmem.”
“Ben de bilmem.”

3 saat sonra:

“Tamam, gidiyorum.”
“Görüşürüz!”
“Yok hayır, mümkünse görüşmeyelim!!”
Sinirlerim bozulmuştu. Bu çocuk sıkılmak, pes etmek nedir bilmez miydi? Geldiğim yolu geri döndüm ve hızla ağaç kavuğuma girdim. Yarın giderdim artık oraya… Hem periler kaçmıyordu yaa, sonuçta hapishaneyi taşıyamazlar değil mi? Bu sefer üzerimdekileri geceliğimle değiştirdim. Geceliğim de tabii ki yeşildi! Çok şaşırtıcı değil mi!? Açık yeşil geceliğimin üzerinde yine yeşil ama koyu yeşil sarmaşıklar vardı. Kızıl saçlarımı iki yandan ördüm ve bir bandana taktım. Yeşil bir bandana… Çantamın içindeki şekerlemeleri çıkarıp yatağımda yemeye başladım. Aklımda hep ayn söz vardı ve onu düşünüyordum…
“Merak etme Flora, merak seni öldürür…”
--------------------------------------------------------------
Bu bölüm de bittiğine göre sorulara geçelimmm
Sizce yabancının türü ne? (peri, kurtadam, denizkızı, vampir, trol)

Bir de bu adam neden Flora'nın gitmesine izin vermedi?

Yine çok fazla soru soramadım, umarım bu bölümü de beğenmişsinizdir. Bir sonraki bölümde görüşürüzzz!!!
(Bu bölümle alakalı bir fotoğraf aklıma gelmedi:(()

Kainatın Kehaneti 1(Doğanın Hükümdarları)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin