"Kızım!"
Göz kapaklarımı yıldırım hızıyla açtım ve göğsümün tam ortasında oluşan, ağzımdan dehşetle çıkan çığlığıma engel olamadım. Yerde bana sarılı yatan annemi ve annemin kanını görmüştüm. Geçmişin kâbusuydu bu gördüğüm. Bana en acı verici şekilde gelmişti. Gözlerimi açmadan hemen önce kulağımda yankılanan, yok oluşun sesini işitmiştim. Bir kez daha kızım dediğini duymuştum.
Onu karşıma alıp, bana sarılırken kızım demesini ne çok isterdim. Mutluluğumun kaynağını benden almışlardı. Hemde ne benden, ne de annemden izin almışlardı.
Üzerimde, beni boğduğunu hissettiren battaniyemi yatağımdan yere bakmadan attım. Kafatasıma giren ve içine işleyen ağrılara karşı gelmeye çalışarak banyoya gitmeyi denedim. Yolun yarısından gözlerimde oluşan karıncalaşmayla elimle dayanacak bir nesne aradım. Elim duvarı bulduğunda destek almaya çalıştım. Gözlerim kararıyordu, başıma ağrılar saplanıyordu. Daha fazla gidemeden kendimi yere saldım.
Sırtımı duvara yasladım ve ayaklarımı katlayarak kendime çektim. Kollarımı bacaklarıma doladım. Kollarımla bacaklarımı ve tüm vücudumu sıkıyordum. Başımı bacaklarımla karnım arasındaki boşluğa yerleştirdim. Hıçkırıklarım yoktu çünkü nefesim tükenmişti artık.
Aynı acıyı tekrar izletmişti zihnim bana. Belkide zihnimden başkası yada başkaları izlettiriyordu bana gerçekleri. Acımasız sırlar beni bozguna uğratıyordu. Gözümden annemin kanına bedel olmasa yaşlar akıttım. Kol kaslarım, kendimi germemden ötürü yorgun düşmüşlerdi. Elimi kaldırıp, bir şey tutup, kaldıracak güç bile yoktu. Kafamı olduğu yerden kaldırdım ve duvara yasladım.
Gözümün kenarından çıkan, yanağımdan yol izleyen tuzlu su damlası dudaklarımda durdu. Dudaklarımda tuz ve acı tadı aldım. İki berbat, uyumsuz tat. Bu dudaklarıma inen, tuzlu su damlalarından bir tanesi daha akmadan durdu. Gözlerimin içi yangınlar içindeydi sanki. Ter içinde kalan avuç içlerimi yüzümde gezdirdim. Gözümde kalan son damlalar yüzümün tamamına yayıldı.
Düşünüp, hayal edilemeyecek kadar acıydı. Cehennemde yanıyor gibiydim. Her zerremde hissettiğim ateş, bana ilk defa zarar vermişti belkide. Kendi kendimi, kendi cehennemime atmıştım. Bu sırların çözüldüğü zaman dilimi bir cehennemden ibaretti.
Bedenimin her bir yanı sızlıyordu. Yürümeye hatta ayakta durmaya bile gücü olmayan ayaklarıma güvenerek hareketlendim. Tutunmak için duvardan başka bir şwy arıyordu gözlerim. Biraz uzağımdaki küçük dolabıma uzandım. Dolabın üstüne elimi yerleştirdim ve kalkmaya çalıştım. O sırada Cedric'in verdiği ilk gülleri koyduğum cam vazoya değdi elim. Kalkmak için dolaba yüklendiğimden, dolap sallandı ve iki etkiyle beraber cam vazo büyük bir kırılma sesiyle devrildi.
Cam vazonun kırılıp, içindeki güllerin, suyuyla beraber yere devrilmesi bir oldu. Elimi dolaptan refleksle çektiğimde yerimde sendeledim. Düşmek istemiyordum bu yüzden tek çare, duvara yaslanmaya çalıştım. Duvardan yardım alarak banyoya gittim. Kapıyı açıp içeriye kendimi attığımda lavoboma tutunmaya denedim. Başımı aşağıya doğru sarkıtmış,iki elimle lavoboya tutunuyordum. Derin nefesler aldım. Olabildiğince ciğerlerime nefes doldurdurdum.
Başımı kaldırıp tam karşımdaki aynaya baktım. Gördüğüm görüntü yıkık dökük, terk edilmiş bir binaya o kadar çok benziyordu ki. Gözleri,duyguları, yaşam sevinci yıkılmış. Aynı zamanda ruhu, bedenini terk etmişti. İşte bu yüzden bir binaya benziyordu. Adeta enkazdan ibaretti.
O enkaz, bendim işte.
Gecenin bir saati en büyük kâbusumla uyanmıştım ve bu sabah onların mezarlarına gitmek için yolculuğa çıkacaktım. Her o mezar taşına baktığımda bu kâbusu mu görecektim?
Hep mi aynı acı tazelenecekti ve ben buna dayanmak zorunda mı kalacaktım?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sonsuz Kılıç 1
FantasíaElementleri temsil eden dört büyük tanrıçanın yarattığı bir evren... Doğayla barış içinde yaşayan alflerin yanına getirilen insan soyuyla her şey değişiyor. İnsanlar tüm doğanın dengesini bozuyor ve yaradılıştan beri var olan alflere savaş açıyorlar...