Üzüldüğümüz, sevindiğimiz, sevdiğimiz, nefret ettiğimiz, sinirlendiğimiz anılar kişililiğimizi ve daha önemlisi değerlerimizi, değerlilerimizi, belirleyen anlardır. Herkesin hayatında yaşadığını o kişiye hissettirmiş olan birinin olduğuna inanırım ve bu kişinin her zaman çok yakında olmasına gerek yoktur bile. Varlığı kilometrelerce uzaktan dahi olsa hayatı yaslayabileceğiniz bir direk, hayattan kaçabileceğiniz bir sığınak gibidirler. Elleriniz uzanmasa veya gözleriniz görmese, bir karanlığın içine düşmüş olsanız veya daha da kötüsü, birilerine veya bir şeylere yenilmiş dahi olsanız arkanızda olduklarını bilmek her zaman ayağa kalkabilmek için bir sebeptir. Hayatın acısı bu kişilerin varlığıyla katlanılabilir kılınır elbet, lakin bu kişilerin yokluğunun acısını ve karanlığını aydınlatacak, yarasını iyileştirecek herhangi bir ilahi gücün olduğuna inanmıyorum.
Çünkü ben o kişiyi kaybettim, onu kaybetmenin karanlığında kendimi dahi kaybettim.
Kendi halimi unuttum, o acıyı unutamadım.
Onunla tanıştığım günler küçüklüğümüzün karlı günlerine kadar uzanıyor. Şehir merkezine oldukça uzak kalan evlerimizden her sabah okul için ayrıldığımız vakitlerde güneş dahi doğmamış olurdu. Servisimize binmeden önce gelir ve beni kapımdan alırdı, birlikte olursak daha az korkacağımızı söylerdi ancak ben hiçbir zaman karanlıktan korkan biri olmadım. O ise aksime evde dahi ışıkları açmadan dolaşamazdı.
O benden iki yaş kadar büyüktü, sürekli bu büyük oluşunun verdiği üstünlükle övünür, ona karşı saygılı olmam gerektiğini söylerdi, ben ise ona zaten dünya üzerinde en çok değer verdiğim kişi olduğunu söylemeyi tercih etmedim uzun süre. Sonrasında pişman olacağımı, böyle şeylerin bıçak olup etimi yaracağını, neredeyse kemiğime dayanacağını hiç bilmiyordum, belki bu da ondan küçük olmamın verdiği öylesine bir saflıktı. Lakin benden duymak istediği saygı ve sevgi sözcükleri hakkında konuşurken onun da bu kadar erkenci olacağını bilmediğine inanıyordum.
Dayanağımı etrafımızdaki herkes severdi, herkesle arası iyi olan sessiz sakin, oldukça kendi halinde ve sevimli biriydi, dolayısıyla hiç kimse ağzından kötü bir laf işitmemiştir. Üzerine laf düşmeyeceğini düşündüğünde susardı, susamayacağını hissettiğinde dahi kibardı, kibar olmadığında bile kimse ona kırılmazdı. Özellikle uzunca saçlsrını arada bir kestirdiğinde bir şeylerin içinden çıkamadığını ve bize üzerine gitmememiz konusunda işaret verdiğini bilirdik. Aynı zamanda çok güçlü olduğunu da bilirdik, dünya üzerine yıkılsa dahi sakin havası ve varlığının verdiği huzur hiç gitmez, imza kokusu haline getirdiği o parfümü o bu yollardan geçmiş dedirtirdi. Halbuki o bir melek veya öylesine insanüstü bir varlık değildi, yürüdüğü yollarda arkasından çiçek de açmazdı ama ben onu her zaman gözümde öyle biriymişçesine büyüttüm.
Uzaklaşmaya başladığımız vakitler lise çağımıza tekabül ediyordu, herkes kendine ayrı bir hayat kurmuş, içine istediği birilerini koymuş, kimi yakınlaşmış ve kimi çok uzaklaşmıştı. Hayatımın kimseyle konuşmak istemediğim evresine girdiğim vakit evimin içindeki insanlar da, arkadaş dediğim kişiler de zorunda olduğum için katlandığım kişilere dönüştü yavaş yavaş, duyduğum, duymak istemediğim, uyum sağlayamadığım o evre etrafımdaki herkesin benimle bir derdi olduğunu düşünmeye itiyordu beni, sanki adımda veya olduğum kişide bir sorun vardı. Dünyada var olmanın çok zor olduğuna inanırdım ancak Sicheng olarak var olmanın daha zor olduğuna inanırdım. Yaşıtım, büyüğüm veya küçüğüm olan herkesten nasıl işe yaramaz olduğumu, nasıl bir baltaya dahi sap olamayacağımı dinlerken, hayatımı başarısızlıklar seline kapılmış gibi oradan oraya sürüklene sürüklene mahvettiğimi ve daha da kötüsü henüz hiçbir şey görmemiş, saygısız bir velet olduğum konusunda birçok laf işittim, işittiğim herkese karşı biraz daha karardım, sonunda kalbim her birini teker teker gömdüğüm bir mezarlık haline geldi. Bu sürede ona da haksızlık etmiştim doğrusu. Yuta Hyung bana hiçbir şey demezdi halbuki, onca şeye rağmen yanıma gelir, hâl hatırımı sorar, bildiğimi düşündüğü konularda yardım ister ve düşüncelerimi sorardı. Ancak beni hiçbir zaman teselli etmezdi. Ondan hep hiçbir sorun olmadığını duymak isterdim, o ise böyle bir şey söylemeyi dahi akıl edememiş gibi bana hiçbir zaman söylemedi. Suçu yoktu, ben ise birilerinde suç aramakla kafayı bozmuştum o sıralar, sessizliğinin huzurunu fark edemiyordum. Bunu arayacağımı hiç bilmiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
afterlife
Fanfictionher zaman yaşamakta gözün olmadığını söylerdin ancak ben yaşamayı en çok sana yakıştırdım.