Karşımda duran adam şerefsizin önde gideniydi. Şu an bu koltukta oturuyor olmak bile canımı sıkıyordu. Kim bilir hangi suçsuz çocuğu satarak almıştı bunları...
"Merak ettim doğrusu, ne imiş beni çok mutlu edecek haber?" dedi küçümseyici bir bakış eşliğinde. Ayağa kalktım. "Bunları salon yerine çalışma odanızda konuşmamız daha uygun olmaz mı?" dedim çok bilmiş bir edayla.
İstemeyerek de olsa başını salladı ve benimle birlikte oda ayağa kalktı. İkimizde birbirimizden hiç hazzetmediğimiz için yol bolu kimseden en ufak bir ses bile çıkmadı. Merdivenleri çıkarken içten içe saniyeleri sayıyordum. Bu yerden çıkmayı dört gözle bekliyordum çünkü buradaki hava hastalıklıydı.
Eğer kanınızda aura hissetmenize yol açan ışık parçası varsa diğer insanlardan daha hassas olurdunuz. Bu sayede anlamıştım burada ki köyü bulutları. Burası buram buram hastalık kokuyordu. Neredeyse hepsini bildiğimi düşünen ben bile burada ki havanın, ortamın ağırlığının nedenini çözemedim.
Tek istediğim bir an önce buradan çıkmaktı çünkü gücümün emildiğini hissediyordum. Ayağımı attığım her bir adımda basım dönüyordu ancak bunu kontrol edebiliyordum. Bunun için bunca zaman eğitimin acısına katlanmıştım.
Nihayet Dük'ün odasına girince buradan çıkmama az kaldığını kendime tekrar ettim. Lanet olası hanedanın hanesi de lanetliydi. Buraya gelince burası hakkındaki hayalet hikayelerinin düşündüğüm kadar saçma olmadığına karar kıldım. Şayet ben bile birazdan hayaletlerin varlığına inanacak seviyeye gelmiştim.
Dük masasına geçtiğinde bende önündeki koltuğa oturdum. İçeride ki salon kadar şatafatlı değildi burası ancak yine de oldukça lükstü. İçeri girer girmez dikkatimi çeken ilk şey duvarda asılı olan hançerler oldu. Dük ve hanesindeki bütün aile reislerini temsil eden hançerler vardı ve her hançerin yanında bir örme bileklik vardı ancak şimdiki Dük'ün hançerinin yanı boştu. Merak etsem de şuan bunun ne yeri ne de zamanıydı.
"Sizi dinliyorum" Dük'ün sesiyle gözlerimi duvardan ayırdım ve ona döndüm. Ellerimi birbirine kiltedim tıpkı gözlerimi ona kitlediğim gibi. "Bana ikramda bulunmayacak mısınız Dük?" dedim misafir perverliğiyle gözümü yaşartan Dük'e.
Bana sert bir bakış attı dikdörtgen gözlüklerinin arkasından ancak görmemezlikten geldim. Zili çaldı ve iki hizmetçi içeri girdi. Birisi çaylarımızı masaya yerleştirirken diğeri ise tatlıları koyuyordu. Tatlıları yerleştiren esmer kadın bana kur yapmaya çalışıyor ancak bu oldukça göze batıyordu.
Dük ne yapacağımı merak ederek bana bakıyordu ancak ben hiç oralı olmadım. Esmer kadın tam tatlıyı yerleştirirken bilerek ayağına takıldı ve kendini üzerime attı. Ancak amacına ulaşamadı çünkü onu kendimden uzak tuttum. Özür dileyip hemen yerine döndü ancak cevap vermeye tenezzül bile etmedim.
Aslında insanları rütbelerine göre yargılamayan birisiydim ancak bu davranışlara sahip olan insanların benim için çöpten farkı yoktu. Hizmetçiler işlerini hızla bitirip odayı terk ettiğinde yalnızca üç kişi kalmıştı geriye. Üçüncü bir göz yani Dük'ün koruması bizimleydi. Bu işime gelmiyordu, bu yüzden onu buradan çıkartmam gerektiğinin bilincindeydim.
"Yanlız kalmayı umuyordum." dedim ve tatlılardan birini ağzıma attım. Çilekliydi ve ben çilekten tiksinirdim. Ancak önemsemeden yemeye devam ettim. Dük bana sinir bozucu bir bakış attıktan sonra koruyucusuna döndü. "Sen çıkabilirsin Alex." dedi. Bence de sen çıkabilirsin Alex.
Alex olduğunu öğrendiğim koruma intiraz bile etmeden dışarı çıktı. "Başka bir eksiğiniz var mı majesteri?" Başımı iki yana salladım. "Benim rahatım için bu kadar uğraş vermeniz çok tatmin edici Dük." İşten sıkılmaya başlamıştı bu yüzden oyun oynamayı bir kenara bıraktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Düşesin İntikamı
Fiction généraleBir romanda yeniden doğdunuz ama siz sonunda ölen kadın karaktersiniz, zalim ve iğrenç bir kişiliğiniz var. Peki ya her şey göründüğü gibi değilse? Bir kötü düşünün, aslında sadece bir masum. Bir iyi düşünün, aslında o bir suçlu... Her cümlesinde z...