ep, two. "reproof."

54 14 1
                                    

"İçmiyorsan ben içiyorum bunu."

Öğlen yağan yağmurun ardından camlarda kalan yağmur damlalarının çizdiği o iğrenç resmi seyrediyordum. İnsan hayatının ani ve hazırlıksız verilen kararları gibi özensiz vurulan fırça darbelerine benzettim her birini.

Sol tarafımdan gelen ses ile Yeonjun'un suratına baktım. "İçmiyorum." deyip kafamı salladım onun içebileceğini onaylar bir şekilde.

Tekrar bakışlarım dışarıya kayarken az önce içtiğim kahvenin acı tadı vardı hâlâ damağımda. Soğuk olmadığı hâlde üşüyordum bir yandan da. İçimden hafif bir titreme geçiyordu.

O olayın üzerinden iki gün geçmişti. Katil ile ilgili tek bir ipucu bile bilinmezken Kai'nin babasının cenaze töreni yapılmıştı bile. Adam sıradan bir hayat yaşamış ve dünyaya yararlı bir şey katmadan ölmüştü.

Babasının ölümünden dolayı Kai'ye okuldan izin vermişlerdi bir müddet. İyi olunca gel demişlerdi.

Gülmek istedim, nasıl iyi olacaktı sanki? Ölen, evcil hayvanı veya uzak bir akrabası değildi ki, canından kanından biriydi onun. Duygusuz ve umarsızca konuşmalarından nefret ediyordum.

Kendi dediklerimle kafamı iki yana salladım ve derin bir nefes verdim bıkkınlıkla. Bakışlarım masadaki yazlık kıyafet dergilerini inceleyen Yeonjun'da gezdikten sonra okulun kantinine kaymıştı.

Kantinin açılan kapısı ile içeriye Soobin'in girmesi bir olmuştu. Sol elinde ikiye katladığı kitabı ile etrafa bakındı, bizi görünce de yürümeye başladı güler yüzle. Bu yüz sadece Yeonjun içindi gerçi.

Masaya bıraktığı kitabı ile Yeonjun'un karşısına, masanın üzerine oturmuştu. Gözlerim hâlâ ikisinin üzerindeyken birbirlerini öpmeleri gecikmemişti.

Muhtemelen grupta evlenecek ilk çift onlar olacaktı. Üç yılı aşkın süredir sevgililerdi ve hiç kavgalarına şahit olmamıştım.

Soobin, Yeonjun için önceki okulundan buraya geçirmişti kaydını. Birbirlerine daha yakın olmak için ellerinden geleni yapmışlardı. Şimdi ise aileleri bile birbirlerini tanıyor haldeydi.

"Yemek yedin mi?" diye sormuştu Yeonjun. Soobin kafasını evet anlamında sallarken saçlarını okşuyordu biriciğinin.

"Kai nasıl?" diye sordum Soobin'e. Kuzenlerdi. Bakışları sanki beni burada ilk kez görüyormuş gibi üzerime döndü. Ardından omuz silkti sanki bilmiyormuş gibi. "Cenazeden sonra görmedim." dedi ilgisizce.

"Ziyarette mi etmedin?" dedim, masada Yeonjun'a doğru kaydım Soobin'e düzgün bakabilmek için. "Bana kalsa cenazeye bile katılmazdım." Demesiyle Yeonjun kafasını Soobin'in baldırlarından kaldırdı ve bana baktı, onun gözlerini es geçerek sormaya devam ettim.

"Hiç mi yüreğin sızlamıyor? Babasını kaybetti, azıcık yanında ols-"

"Sen yap o zaman Beomgyu, ama bakalım baban buna izin verecek mi?" diye çıkıştığında kucağımdaki eski cilt romanı masaya bıraktım.

"Bu da ne demek? Açık konuş Soobin."

Sorgulayıcı bakışlarımda gezdi gözleri bir süre, bakışları gerçekler ile yalanlar arasında gidip geldi, söyleyeceği cümleden kendisi bile emin olamamış gibiydi.

"Babası anarşistti." Sözleri ile duraksadım, bir anda bütün doğrularım üzerime yıkıldı sanki, hangi çağın isyancılarıydık ki biz?

"Gel de bunu liberal demokrata anlat, bir de banka müdürüydü." Susmak istemedi sanki Soobin, konuşmak için zorladı kendini ama sustu.

Tekrar konuşmak için ağzını açtı ama bu sefer öte taraftan gelen sesler susturdu onu. Hep bir yandan oraya baktık. Gözlerim sadece iki kişiyi seçti, biri iri yapılı okul müdürünün oğlu Jay'di. Diğeri ise kimdi bilmiyordum.

Sarı parlak saçlara sahipti. Cılızdı, okul gömleğinin içinden seçilen zayıf bedenine bakınca anlıyordu insan. Jay'in diklenmesine karşı dimdik ayakta duruyordu. Karşısında üstünlük kurmaya çalışan Jay'in aksine o bağırmıyor sessiz sakin konuşmaya çabalıyordu.

Jay'in bağırışları ile bütün odaklar onlarda olunca etrafa bakmak istemiyor gibi bir hali vardı.

"O siktiğimin parasını şimdi vermezsen yüzüne o koca yumruğumu yiyeceksin Kang!"

Sesi tekrar kantinde yayılınca Soobin ayağa kalkmakta geç kalmamıştı. Kulaklarını kapatan Yeonjun, Soobin'i durdurmak için koluna asıldığında geç kalmıştı ama. Yeonjun'un kalkmasına karşın oturduğum sandalyeden kalkmıştım ben de.

"Bana baksana, ne zamandan beri okuldakilerden haraç toplayan bir it oldun Jay?" Soobin'in sakin sesi cüsseli çocuğa ulaşınca arkasına dönmekte geç kalmamıştı.

"Seni ilgilendiren bir şey olduğunu düşünmüyorum ibne." Dediğinde Soobin'in attığı hızlı adımların bitişi sonucu Jay'in yüzüne attığı yumruğun etkisiyle yalpalayan bedenin adım sesleri bütün kantine yayılmıştı.

Jay'in geriye doğru giden bedeni ile Soobin'in sinirli sesi duyulmuştu ardından. "İbne senin babandır."

Jay'in dengesini sağlayıp Soobin'in üzerine yürümesi ile Yeonjun'un öne atılmasını engellemek için kollarımı onun bedenine sarıp kendime çektim. Öfkeli adımların durmasını ise o cılız çocuğun Jay'in koca göğsünden itmesi sağlamıştı.

"Onlarla bir işin yok Jay, senin işin benimle." Dediğinde karşısında koca bir dağın yüksekliğine baş tutan bir sincap konuşuyormuş gibi duruyordu.

Jay'in korkması ya da derin suskunluğu Soobin'den mi kaynaklıydı yoksa Kang'ın kararlılıkla bakan yüzünden miydi bilmiyorum ama anlamadığım bir şekilde sinirle ayağını yere vurarak uzaklaşmıştı oradan.

Yeonjun'un bedenini saran kollarım esnediğinde ve onun sevgilisinin yanına gidişini izlediğimde bakışlarım karşımdaki diğer ikiliye kaymış ve Soobin'in o çocuğun sırtını sıvazlaması gözümden kaçmamıştı.

Geri dönüp masamıza otururken sarışın cılız çocuğun kantinin bir köşesine gidip sessizce oturuşunu izledim. Elleriyle oynuyor, etrafa kaçamak bakışlar atıyordu. Kendisiyle ilgili bir serzenişteydi sanki.

Az önce Kai'nin babasının anarşist biri olduğunu öğrendiğimi ve saniyeler önce neredeyse bir kavgaya şahit oluyor oluşumu  bir kenara atarak sordum Yeonjun'a. "Kim bu çocuk?" Yeonjun'un bakışları sarışın olana döndüğünde baktı ona bir süre. Geçen birkaç saniyenin ardından ise konuştu.

"Terzici kadının Zerdüşt oğlu."

Bohemian Rhapsody ± taegyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin