Gözlerimi açtığımda odada gri bir aydınlık vardı. Perdelerin arasından sızan sabah ışığı, duvarlara yumuşak gölgeler bırakıyordu. Başımı hafifçe çevirdiğimde, nerede olduğumu bir saniyeliğine hatırlayamadım.
Sonra fark ettim.
Alex'in yatağındaydım.
Geceyi burada geçirmiştim.
Ve şu an... hâlâ buradaydım.
İçimde garip bir kıpırtı vardı. Bir tür huzursuzluk ama aynı zamanda güven gibi. Uyandığımda hemen kalkmayı planlamıştım ama vücudum bana itaat etmiyordu. Gözlerim istemsizce yan tarafa kaydı.
Alex hâlâ uyuyordu.
Yüzü rahattı. Uyumadığı zamanlardaki o ciddiyet, o karanlık ifade yoktu. Gözlerinin çevresi yumuşaktı, dudakları azıcık aralıktı. Bu hali... fazlasıyla insandı.
Kendimi izinsiz bir şey yapıyormuş gibi hissettim, hemen başımı yastığa geri çevirdim.
Ama o anda Alex kıpırdandı.
Ve gözlerini açtı.
Birkaç saniye boyunca birbirimize baktık. Hiçbir şey söylemedik. Göz göze. Nefes bile almadık sanki.
Sonra, her şeyi bozan ama aynı zamanda normalleştiren o ses onun ağzından döküldü:
"Sabah olmuş."
"Harbi mi?" dedim, sesi biraz sinirli, biraz utanmış çıkan bir tonla. "Ben gece diye düşünüp burada kalmaya devam ediyordum."
Kaşlarını kaldırdı, yorganı biraz düzeltip bana baktı.
"Senin mizah anlayışın, sabahları daha da acayip oluyor."
Yavaşça yataktan kalktım, saçlarımı geriye attım. Alex'in tişörtü hâlâ üzerimdeydi. Kendi sabahlığımı dün gece getirmeye üşenmiştim. Hafifçe çekiştirip biraz daha kapattım önüme.
Alex'in gözleri fark etmeden üzerimde gezindi. Fark ettim. Ama ses etmedim.
"Yatağında işgal ettiğim için üzgünüm," dedim, kapıya yönelirken.
"Bence gayet iyi bir işgaldi," diye mırıldandı arkamdan.
Arkamı dönmeden cevap verdim: "Bu lafı bir daha duyarsam, seni yastıkla boğarım."
"İyi, bari yumuşak bir ölüm olur."
Kafamı iki yana salladım. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım ama bir parça gülümseme gözlerimde yankılandı.
Kapıdan çıkmadan önce bir saniye durakladım. Tam dönüp bir şey söyleyecektim ama vazgeçtim.
Bazı şeylerin sessizlikte kalması daha doğru geliyordu.
Ama o sabah biliyordum ki... geceyle birlikte bir şeyler değişmişti.
Henüz adını koyamasam da, kalbim artık sadece bana ait değildi.
Kendi odama döndükten sonra biraz toparlandım, sonra mutfağa geçtim. Alex çoktan ayaktaydı, kahve makinesinden çıkan tıkırtılar eşliğinde iki kupa hazırlıyordu. Gri tişörtünün yerine bu sefer siyah bir gömlek giymişti. Saçlarını da biraz düzeltmişti. Ciddiyet omuzlarına oturmuş gibiydi.
"Günaydın," dedim, sandalye çekip otururken.
"Günaydın, misafir," diye cevap verdi. Alaycı tonlaması yüzünden değil, gözlerindeki o minik gülümsemeden anladım: hâlâ geceden iz kalmıştı.
Kahvaltı masasına birkaç parça şey çıkardı. Tost ekmekleri, zeytin, peynir, domates... mütevazı ama yeterliydi. Masanın karşısına oturup çayını yudumladı. Ben de tabağımdakilerle oyalanırken göz ucuyla onu süzüyordum.
