20-TAŞTAN KALPLER

243 34 12
                                    

'Önce insan mı ölmüştü yoksa insanlık mı?'

Elini uzattığın ateş mi, yoksa tenine yapışan buz mu daha derinden yakardı canını? Seçebilme şansımız olsaydı eğer hangisini tercih ederdik? Buzdan cehennemler ve ateşten sarkıtlar gibi fanteziler, insanı o acıyı deneyimlemek isteyeceği kadar etkileyebilir miydi gerçekten de? Duman gibi zehirli bir havayı isteyerek soluyacak ve ciğerimi küle çevirecek o arzunun kaynağı neydi peki? Kulağa delice gelebilirdi elbette, fakat şansım olsaydı hepsini tatmak isterdim. Çünkü azami ölçüde acının getirdiği hazza ve o hazzın yarattığı güce asırlardır ciddi bir tutkum vardı. Benliğimin büyük bir parçasına işleyen yaşanmışlıklarım bana ağrılarımdan ders almayı öğretmişti nede olsa. Kaos ile büyümek sizi kargaşaya, şiddet ile büyümek savaşmaya, tehtid altında büyümek ise yok etmeye alıştırırdı hiç şüphesiz. Bu noktada dönüştüğünüz kişiyi canavardan ayıran tek şey adalet olurdu sanırım. Eşitlik, hiç kimse için eşit olmayan koşullarda ortaya çıkmış saçma bir kavramdı çünkü, fakat adalet ve özellikle de kişiye göre biçilmiş adalete tapmayacak kimse yoktur dünyada. Bu olguyu göz ardı ederek acılarımızın ve travmalarımızın esiri olursak, önüne gelen ve nefes alan her canlıya nefret besleyen, hislerden ve duygulardan yoksun birer yaratığa evrilmemiz kaçınılmaz olurdu.

Kısacası başka pisliklerin yarattığı bir başka pislik olurduk hepsi bu.

Kahve harelerim, yanımda oturan ve her haliyle saldırıya geçmek için vakit kollarken içinde ki yırtıcıyı büyük bir başarıyla gizleyen adama kaydı. İri bedeni, güçlü duruşu ve yenilmez görünümü içimde ona kafa tutma ve mücadele etme hissi yaratıyordu. Tanrı aşkına, onunla kapışmayı denemek bile aptallık olsa da bunu yapmaya çalışırken kendimi hiç olmadığım kadar sağlam hissediyordum. Ya da ecelime susamıştım ve onun ilahi yıkımıyla can vermek istiyordum(!) Elimi, kendi bacağının üstünde temkinli bir pozisyonda tutan kolunun üstüne değdirdim. Uzun kollu gömleğin kollarını katlayarak kavruk teninin altında ki belirgin damarları gözler önüne sermişti. Alev kadar sıcak teninde tüy kadar hafif bir dokunuşla gezinen soğuk parmaklarım büyük bir tezatlık oluşturuyordu aramızda sanki. Kolunda ki hareketlilik ile sert çehresini bana doğru çevirip siyah gözlerini yüzüme sabitledi. Sesimi ondan başka kimsenin duyamayacağına emin olduğum bir tonda mırıldandım.

''Sana dokunmak, ateşe dokunmak gibi hissettiriyor.. Çok sıcak ama yakmıyor.. Bana özel bir cehennem gibi..''

Beni öldürmeden kavuran bir işkence gibiydi sanki. Ancak hiç şikayetim yoktu.. Dudağının kenarı kıvrıldığında eş zamanlı olarak göğsü yükselip alçaldı.

''Belki sen de ateşten yaratıldığın içindir, çünkü benim ateşime dokunup hayatta kalan tek insansın dealan-dè beag..''

Benim suratıma yayılan şaşkınlığa aldırmadan kulağıma doğru yaklaşıp kor nefesiyle saçlarımın arasına doğru fısıldadı.

''Yani benim cehennemime izinsiz dalan sensin güzelim..''

Benden uzaklaşmadan önce yanağıma dışarıdan bakan birinin imreneceği derecede naif bir buse bırakıp geri çekildi. Söyledikleri doğru muydu? Hızlıca bir gözden geçirdim geçmişimizi. Şu güne kadar ona hiçbir varlığın dokunduğunu görmemiştim gerçekten de. Criosta da insanlar ona yaklaşamazdı bile, saray çalışanları da hep belli bir mesafede dururdu. Bu dünyada da kimseyle tokalaşmak gibi samimi davranışlar sergilemediğinden dolayı ona benden başka kimsenin temas etmediği gerçeği gözümden kaçmıştı.
Ama bu nasıl olur..
Sıcaklığı başkalarını incitecek derecede miydi yani? Ama Sgotach öyle değildi? Yani elbette ki insanlara oranla çok daha fazla sıcaktı ama Âires kadar değildi. Başımı çevirip Derya ile fazla iç içe oynaşan çocuğa baktım. Aralarında ne fark vardı ki?

ÂİRES'İN UYANIŞIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin