10

313 30 0
                                    

Koca bir ağrıyla gözlerimi araladım. Tüm bedenime sanki şişler batıyordu. Acıyla inledim ve etrafıma bakındım. Ormanlık bir alanın içindeydik. Arkadaşlarım baygındı. Dizlerimin üstünde sürünerek seokjinin yanına vardım. Elimle omzunu salladım. "seokjin uyan, hadi." dedim. Hepsinde gözlerimi gezdirdim. Jungkook yoktu.

Yavşaça yerimde doğruldum ve etrafıma bakındım. Hiç bir yerde yoktu. "JUNGKOOK?!" yüksek sesle bağırdım.

Aceleyle yoongiyi uyandırmaya çalıştım. Tanrıya şükür ki o uyanmıştı. "hyung, iyi misin?" başını onaylar anlamda salladı. Elini başına götürüp inledi. "hyung, herkes burada fakat jungkook yok." benim gibi o da etrafına baktı.

İkimizde ne yapacağımızı bilmiyorduk. Tanımadığımız bir yerdeydik. Jungkook kayıptı. Belki hiç yanımızda olmamıştı.

Bu yüzden bizim için en güvenli olanı yapmalıydık.

Yoongi hyung diğerlerini uyandırmaya çalışıyordu. Ben ise hala etrafıma bakınıyor, jungkooka dair en ufak iz arıyordum.

Arkadaşlarımdan gelen ses ile onlara döndüm. "neredeyiz biz?" dedi jimin.

Seokjin ise üzerine bakıyordu. Dalmış olabileceğini düşündüm. "neden hanbok giyiniyoruz?" dedi. "ne?.." deyip üzerime bakındım. Ne tepki vereceğimi bilemedim. "aptal, gugunbok bu. Baksana üst kısmı beyaz, alt kısmı koyu paltolon ve ceket bu gugunbok, hanbok böyle olmaz. Biraz bilgi lütfen ya... " bilmişlikle konuşan jimine göz devirdim. Birileri bize şaka yapıyor olmalıydı.

"gugunbok joseon hanedanlığı sırasında giyilmiyor muydu?" geçmişe gitme imkanımız var mıydı? "biz g-geçmişteyiz..."

Bununda bir ihtimal olduğunu biliyordum. Farkındalıkla gözlerimden yaş gelmeye başladı. Ağzımı sertçe mühürlemeye çalıştım. Boğazımda oluşan düğüm beni daha çok sinirlendirdiği için gözlerimden daha fazla yaş aktı. Kendimi dengede tutamadığım için yere dizlerimin üstünde düştüm.

"tanrım..." arkadaşlarım bana gözlerini dikmiş şaşkınca bakıyorlardı. "taehyung?"

"TANRIM!..." haykırışımla büyük bir ağlama patlatım. Her şeyin üst üste gelme yorgunluguyla bitmiştim. Mental sağlığım tamamen tükenmişti. Sırtım titreye titreye ağlıyordum. Artık cidden ama cidden yorulmuştum.

"NEDEN BEN, NEDEN BEN, NEDEN!..."

Kalbime yumruğumu vura vura söylendim. Seokjin yanıma doğru koşup sarıldı. İteleyip "YA! BIRAK!" diye bağırdım. Onunda gözleri doluydu. O da biliyordu artık yorulduğumu, umudun olmadığını. "CİDDEN... CİDDEN ARTIK YORULDUM YA! HER BOKTAN ŞEYİN BENİ BULMASINDAN YORULDUM! BEN BUNLARI HAK ETMEDİM..." elimi anlıma yasladım. Bir süre orada durdum.

Yavaşça yerimden doğruldum. Sarhoş gibiydim. Hıçkıra hıçkıra yürüyordum. Nereye gittiğimi bilmiyordum fakat çokta umrumda değildi.

Artık düşünce yetimi kaybetmiştim.

...

Uzun ve ağlamalı geçen yolculuk hala devam ediyordu. Arkadaşlarım arkamdan fısıldaşarak beni takip ediyorlardı. Şu an daha iyiydim. Ağlamıyordum fakat hala hıçkırıyordum.

Az daha yürüdüğümüz de karşılaştığımız bir kaç insanla beraber anlamıştık ki sanırım harbiden geçmişteydik. Ağlama isteğim tekrar uyandığı için onu bastırmaya çalıştım. Dudaklarımı birbirine bastırdım ve yürümeye devam ettim.

Bolca insan ve pazar tezgahları vardı.

Arkama dönüp arkadaşlarıma baktım. Şaşkın ve ümitsiz bakışlarını etrafta gezdiriyorlardı.

Cursed Shop ¦ taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin