Bulanıklaşmış görüşüm yerini netliğe bırakırken, güneş ışıklarının tahtaların aralarından haince sızıp karanlığı yok ettiğine şahit oldum. Görüntüler tamamen netleşirken tahta bir kulübede olduğumu fark ettim. Ahşap bir yatağın üzerinde yatıyordum ve üstüme rengârenk çiçekli bir pike örtülmüştü. Yataktan hafifçe doğrulduğumda sapsarı saçlara sahip bir kızın arkası dönük bir şekilde bir şeylerle uğraştığını fark ettim. Arkasını dönmeden konuştu. ''Uyandın demek.'' Dedi samimi bir ses tonuyla. Yüzünü bana döndüğünde masmavi gözleriyle gözlerimin içerisine bakıyordu. Elindeki mavi plastik bardağı uzattı. ''Al iç bunu.'' Dedi. ''İyi geleceğine eminim.'' Ardından gülümsedi. Hafif tavşanımsı dişleri onu olduğundan daha şirin gösteriyordu. Bardağı elinden aldım fakat hiçbir şey söylemedim. Şaşkınca kızın suratına bakıyordum. Dalgalı sarı saçlarını hafifçe savurdu ve tekrar arkasını döndü.
Şaşkınlığımı elimle kaldırır atar gibi üzerimden attım. ''Neredeyim ben?''
''Burası ormanın derinliklerinde bir kulübe.'' Dedi. ''Neden buradayım peki?'' diye sorduğumda sandalyesiyle birlikte bana döndü. ''Dün gece yaşadıklarını hatırlamıyor musun?'' diye sordu hayretle. Hafızamı zorladığımda gözlerimin önüne görüntüler ve ardından pelerinli üç adam geldi. ''Sen gördün mü?'' dedim. ''Onları?''
''Şu korku hikayelerinin içinden çıkmış, Azrail gibi giyinen varlıklardan bahsediyorsan... Evet, gördüm.''
''Nasıl kurtuldum peki?'' diye sorduğumda başını yavaşça sallayıp, ''Aslında sen kurtulmadın.'' Dedi. ''Hatta ölüyordun.''
Tam kekelemeye başlıyordum ki kelimelerin hepsini yuttum. ''Bak Efsa.'' Dedi sessizce. Tam konuşmaya başlayacaktı ki, sözünü kestim. ''Bir... Bir dakika. İsmimi nereden biliyorsun?''
''Hepsini sırasıyla anlatacağım. Önce beni dinlemelisin.'' Kafamı aşağı yukarı salladım ve karşımda ki kızı dinlemeye başladım.
''Çok uzun zamandır bu ormanda sabahları ve bazı akşamlar büyük bir enerji hissediyordum. O kadar kuvvetli ve huzur verici bir enerjiydi ki bu bunun hemen hemen her gün olmasını istiyordum. Bunu güneşin doğup batışıyla ilişkilendirmiştim fakat enerjinin ne zaman ortaya çıkıp yok olacağı belli olmuyordu. Ta ki dün geceye kadar ilişkilendirdiğim şeyin Güneş olduğu değil, sen olduğunu anlaya kadar.'' Derin bir nefes aldı. ''Ölüm perisi diye bir şey duydun mu?'' diye sorduğunda kafamı onaylarcasına salladım. ''Filmlerden, dizilerden.'' Dedim kısaca.
Güldü. Gülüşünde tatmin olmamış bir ifade vardı. ''Eh evet. Onlarda uyabilir.'' Dedi ardından devam etti. ''Yakınlarımda ölecek biri varsa hissediyorum ama tek bir fark var. Bu insanlarda olmuyor.''
''Nasıl yani?''
''Eğer ben birinin öleceğini hissedersem bu doğaüstü bir varlık oluyor.'' Dedi. ''İşte tam dün akşam aynı enerjiyi hissetmiştim. Güneşin batarken, enerjisini burada bıraktığını düşünmüştüm fakat sonradan o enerji azalmaya başladı ve ben çok tanıdık bir hisle sarsıldım. Enerjinin kaynağı ölüme doğru gidiyordu.''
''Ah. Bunlar çok karışık.'' Dedim fısıldayarak. Sanki biri duyacakmış gibi söylemiştim sözlerimi. ''Anlıyorum.'' Dedi ve devam etti. ''Üç pelerinli, Azrail kılıklı tipleri dün gece alt ettiğimde seni kulübeme taşıdım ve içine sindirdikleri karanlığı temizlemekle uğraştım. Tüm gece.'' Dedi son kelimelerini bastırarak. Yavaşça ayağa kalktı ve ufak kitaplığından kahverengi deriye sahip bir kitap çıkardı. Kitabı açtığında saman yapraklarının üzerinde şekiller görüyordum. Eliyle işaret ettiği yeri okudum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UĞULTU
FantasiaVe rüzgar uğuldadı… Bedenine neredeyse paslı zincirlerle hapsolmuş ruhu özgürleşti. Özgürleşti ve refaha kavuştu. Gördükleri hakikat değil sadece kara bir perdeye yansıtılmış ters renkler. Gerçek sandığı şeyler aslında yalanlar ve refaha kavuştuğunu...