30.06.2024
♫Runaway - AURORA♫VALENTİN! VALENTİN!
Ses Tiego'nun sesiydi; seslenmek istedim, bağırmak istedim ama ağzım kenetlenmişti. Sanki büyülü bir şey ağzımı tutuyordu. Gittikçe daha da derine düşüyordum ve başım dönüyordu. Ay'ın ışığı gözükmüyordu artık. Birden Tiego'nun atladığını gördüm, bana doğru geliyordu. Kolunu belimde hissettim beni yukarı çekmeye çalışıyordu. Birden üçüncü birinin elini hissettim. Gövdemden beni tutmuş sürüklüyordu. Kim olduğunu göremiyordum çünkü gözlerim kapalıydı.
Beş dakika sonra gözlerimi açtığımda etrafa bakınırken siyah bir atın üzerinde siyah pelerinli birinin yanımızda olduğunu fark ettim. Pelerinden saçları gözükmüyordu, yüzünü de peçeyle kapatmıştı. Bir tek gözleri gözüküyordu. Orman yeşili yemyeşil gözler...
Doğrulmak istedim ama vücudum buna engel oldu. Çok yorgundum, zaten bilincim yerinde değildi ama bu tanımadığım yerde kalmak istemiyordum. Göz kapaklarım kapanıyordu. Zorlasam da bir faydası olmayacağını anladım ve uyudum.
...
Bir anda bağırış ve at kişnemeleri sesleri duymaya başladım. Gözlerimi açtığımda neredeyse elli kişilik bir ordunun bize doğru geldiğini duydum. Hemen Tiego'yu uyandırdım. Uyandığında bana neler oluyor gibi bir bakış attı. Tam ona olacakları anlatacakken bir anda muhafızların başı tahmin ettiğim kişi bize seslendi:
-Hey! Burada napıyorsunuz?
-Siz kimsiniz?
-Size bir soru sordum burada napıyorsunuz?
-Gölde yüzüyorduk sonra ben boğuldum arkadaşım beni kurtarırken buraya çıktık.
-Muhafızlar bu büyücüleri derhal tutuklayın, kralın önünde yargılanacaklar.
"Ne kralı, ne yargılanması?" diye bağırsam da beni kaale olan olmadı. Tiego ve benim ellerimi bağlayıp bir kafesin içine soktular. Tiego zaten uyku sersemi olduğu için direnmedi, ben de 50 kişilik ordu ile savaşamayacağımtı bildiğim için ses çıkarmadım.
Yolculuk tam 5 gün sürdü. Saraya giden yolda pek çok şeyle karşılaştım ve her görüntü iç acıtıyordu. İç acıtıcı görüntüler gittikçe azalıyordu. Sınıfsal farklar kendini çok bariz ediyordu. Kralın halkından haberdar olmadığını düşünüyorum ki gittikçe bu düşünceden gerçeğe dönüşüyordu. Başkente girdiğiniz zaman sizi uzun surlar karşılıyordu. Hemen akabinde bir ot bile olmayan patikanın etrafındaki dükkanlar sizi karşılıyordu. Buralara alt zenginler geliyor olmalıydı. Şehrin daha da içine girdikçe malikaneler ve ve daha pahalı dükkanlar görmeye başlıyordunuz. Saraya yaklaştığınız zaman sizi mükemmel bahçeler karşılıyordu. Saraya girmeniz için bir köprüden geçmeniz lazım. Köprü çok büyük olduğundan buranın gelişmiş bir medeniyet olduğunu anlıyordunuz. Köprüden geçtikten sonra bir adaya varıyorsunuz. Adaya vardığınız gibi bir köprüden daha geçiyorsunuz. Bu köprü daha küçük bir adaya bağlanıyordu. Bu adaya geçtiğiniz zaman ise daha önce hiç görmediğiniz bir şey sizi karşılıyordu. Yukarı doğru dimdik çıkan bir köprü vardı. Bu köprü saraya çıkıyordu. Saray havada uçuyordu ve saraydan bir şelale akıyordu. Saraya daha dikkatli bakınca bir sürü bitkinin olduğunu gördüm. Çok barizdi ki bu krallık çok zengindi. Bariz olan ikinci şey ise geldiğim bu yerin kesinlikle normal bir yer olmadığıydı.
Atlar bizi yukarı çıkarırken Tiego'nun kafesine gözlerimi çevirdim. Bu yolculuk onu çok yormuştu ama bu yorgunluk fiziksel değil mentaldi. Beş günün üç günü sadece uyumuştu. Nereye geldiğimiz benim gibi çözmeye çalışsa da düşünmeye başladıkça deliriyordu. Bu belirsizlik ve kaybolmuşluk hissi ikimizi de yoruyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ODERIA HİKAYELERi: Kayıp Irk
FantasíaEski Irklar, Büycüler, Ejderhalar, Taht Kavgaları ve evinde dönmek isteyen VALENTİN