Küflenmiş somundan kalan son parçayı zorlukla da olsa yemeyi başardı. Canım oğlum, tatlı oğlum... babana yapılanları görsen... ah bir haberin olsa...
Aklında yine oğlu vardı. Ücra bir kasabanın, pis bir karakolunun en alt katındaki bir hücrede dahi aklı her zaman oğlundaydı. Oğlunun kim olduğundan her bahsettiğinde ona yalancı diyorlardı, dövüyor, kâfirlikle suçluyorlardı. Tanrılar aşkına, neden yalan söylesindi? Oğlu bir kraldı, hem de en büyüğüydü. Eğer haberi olsaydı, bir haberi olsaydı dünyaları yıkardı. Benim iyi yürekli Ralf'ım...
Yaşlı adam oğlu hakkında söylenen hiçbir söze inanmıyordu. Onun oğlu öyle şeyler yapmazdı. Evet, sertti, ama zalim değildi. Hepsi iftira olmalıydı. Aksini düşününce bile gözünden yaşlar geliyordu.
Açlık, hastalık, fakirlik. Ali'ye hiçbiri koymuyordu. Her oğlunun onu unuttuğu aklının köşesinden geçtiğinde titremeye başlıyordu.
Gençliğindeki uzun altın saçlarından eser kalmamıştı, okyanus mavisi gözlerinin feri solmuştu. Ama o, Kral'ın babasıydı. Oğluna onu göstermeseler de. Bu gerçekti.
"Yine mi be ihiyar..." diye hayıflandı parmaklıkların öbür tarafındaki albay. "Çok kıyak adamsın ama şu huyun yok mu... sen kim kral kim be dayı. Sikmişim kralı, işine çorbana baksana."
Ali dişlerini sıktı. "Oğlum... o benim oğlum. Eğer haberi olsaydı..." çaresizlik içinde ayak parmaklarına baktı. "Bir haberi olsa..."
Albay Jon yumuşak bir adamdı. Normal şartlarda, yatacak evi bile olmayan bir kasabalının krala "oğlum" demesi idamlıktı. Ama Jon ihtiyara tuhaf bir sempati besliyordu. Adamı iki üç gün zindana atıp geçiştiriyordu çoğu zaman.
Albay iri bir adamdı, babacan tavırlı güçlü kuvvetli. Vakti zamanında başkentte de bulunmuştu bulunmuştu.
"Ah be ihtiyar... Kral 1000 yıldan daha uzun süredir taç giyiyor. Yani 1000 yaşından büyük olduğunu mu söylüyorsun?"
Albayın sözlerindeki mantık Ali'nin yaşlı ve yorgun zihnine ağır geldi. "Hayır, öyle değil..." diyebildi. "Ben... evet, 72 yaşındayım."
Albay gülümseyerek teselli etmeye çalıştı.
"O acımasız tiranın senin gibi iyi bir adamdan çıktığına kimse inanmaz. Benim gözümde sen ondan on kat daha kralsın be dayı."
İhtiyar Ali çok yorulmuştu, cevap veremedi.
"Benim odamda uyu bu gece. Sonrasında da sana temelli kalacak bir yer bakalım. Hem bizi hem kendini üzme, hadi.."
İhtiyar, gençlik günlerinden kalma alışkanlıkla her kafası karıştığında olduğu gibi eliyle saçlarını karıştırmak istedi ama başında saç kalmamıştı.
Albaya ve karakoldakilere teşekkür edip kasabaya döndü. Domuzcuk diyorlardı buraya, lakabı vakti zamanında burayı idame eden derebeyinden geliyordu. Kanun tanımazların at koşturduğu, pislik, çarpık bir yerdi.
Sulusepken ince ince atıştırıyordu.
Ali omzunda bir el hissetti. İhtiyar telaşla arkasını döndü. Bir kadın ve bir erkek gördü. Erkek yeşil bir pelerin giymiş, uzunca esmer bir adamdı. Kadın çok gençti, on altısından büyük olmamalıydı. Yeşil bir yelek giymişti göğüslerini de açık eden. Saçları gibi sarı gözleri vardı ve bu Ali'nin yetmiş küsür yıllık hayatında ilk defa gördüğü bir şeydi.
"Biraz vaktini ayırsan ya ihtiyar?" dedi adam.
"Benim param yok," dedi Ali, eliyle ceplerini boşalttı. "Bakın, hiçbir şey yok."
"Tanrılar, amacımız para olsa Domuzcuk'a mı geliriz be adam?" dedi kız. Her hareketiyle neşe ve enerji saçıyordu.
"Tanrı Katili için geldik." dedi sırıtarak.
İhtiyar omzundaki eli sertçe itti. "Ona küfretmeyin... o asla..."
Esmer adam lafa girdi. "Elia, şu çeneni iki dakika kapa." Adam ihtiyardan özür dilemek için eğildi. "Oğluna yaptığımız terbiyesizlik için özür dileriz ihtiyar. İki dakika konuşsak ya?"
İkili yaşlı adamı daha önce hiç görmediği bir yere götürdü.
Yaşlı adam ikiliyi uzunca bir süre süzdü. "Siz... onlardansınız! Oğluma karşı ayaklanan başı bozuklar! Haydut Kral denen soysuzun adamlarısınız!"
Gözlerini sertçe ikiliye dikti. "Oğlumun düşmanlarına anlatacak hiçbir şeyim yok. Beni öldürseniz bile bu değişmez."
"Seni temin ederiz ki değiliz."
İkili kendi arasında fısıldaştı.
"Ralf... oğlunun adının bu olduğunu söylüyordun değil mi?"
"Evet, adı Ralf. Şimdilerde ona Artorius diyorlar. Ama o Ralf."
"Kral bin yıldan uzun süredir hükmediyor. Bu nasıl mümkün olabiliyor ihtiyar?"
İhtiyarın kafası karıştı."Ben... bilemiyorum. Ama ben eminim. Onu gördüm. O benim Ralf'ım. Bana baktı ve gülümsedi. Ama sonra aramıza o muhafız denen soysuzlar girdi! Eğer benim durumum hakkında bilgi sahibi olsa, ah bir olsa..."
Adamın gözleri doldu.
Adamla genç kız birbirine baktı.
Genç kız girdi lafa. "Bence boşa kürek çekiyoruz. Tanrı Katili'ne tapan diğer delilerden biri sadece."
Adam homurdandı. "Yine de William onu görmek isteyecektir."
William, yani Haydut Kral ya da Son Haydut. Tanrı Katili'ne dişlerini gösteren son adam oydu. Diyardaki tüm ezilmişler için ilah gibiydi.
"Gidiyoruz öyleyse," dedi genç kız. Kara dumanlar yükseldi ve üçü de Domuzcuk semalarından kayboldu.
YOU ARE READING
Tanrı Katili
FantasyO pek çok isme ve sıfata sahipti. Dalkavukları onun tanrı olduuğunu söylüyordu. Düşmanları ise tiran, zorba... bazıları ona Tanrı Katili diye küfrediyordu. Aylar, yıllar, asırlar geçmişti. Ne var ki zamanın bile yenemediği tiran, iki bin yıldır di...