On dokuzuncu bölüm.
Elinden hiçbir şey gelmemesi, çaresizce olacakları beklemek gerginlikten başka bir şey değildi. Sevdiğin insanları özlemen, vedalaşamaman, küs olman... hepsi üzülmene yetiyordu. Sevgilisini ve kardeşini çok özlemişti Müjgan. Saatlerdir onları görmüyordu. En son seslerini duymasının üstünden oldukça zaman geçmişti ya da onlara öyle gelmişti. Şu an sadece yanındaki kardeşinin varlığına sığınabiliyordu. Yanında olan tek şey Sude'ydi.
Gerçek anlamda ikisinin de elinden hiçbir şey gelmiyordu. Elleri ve ağızları bağlı ölümlerini bekliyorlardı. Ne gelen vardı ne de giden. Kukumav kuşu gibi saatlerce aynı pozisyonda bekliyorlardı.
Kutay, Cihangir ve Caner'in de onlardan bir farkı yoktu. Telefon konuşmasından sonra yerleri tespit edilmiş ve anında yola çıkılmıştı. Geldiklerin villanın çevresini hiçbir ses çıkarmadan ve kimseye görünmeden sarmıştı polisler. Kutay ve Cihangir bekledikleri yerde sinirden ve telaştan kudururken Caner onları sakinleştirmeye çalışıyordu. Sinirli veya telaşlı olmak buradaki kimseye yarar sağlamıyordu.
Ali Bey telsizle villanın çevresini sarmış adamlarına talimat verdiğinde Kutay bir dakika bile gözünü ayırmadan onlara bakıyordu. Fırsat ve silah bulsa dalacaktı aralarına ama ikisi de yoktu. Babası bir aksilik çıkmasın diye yanlarından bir saniye bile ayrılmıyordu. Biliyordu ki bu iki koca adam her an çatışmanın ortasına atlayabilirdi. Ayrıca ikisi de silah kullanmasını dahi bilmiyordu.
Kerim'in adamları kızların kaldığı odaya geldiğinde ikisi de başını çevirip kapıya baktı. Adamlar bir şey demeden yanlarına gelip onları serbest bıraktıktan sonra odadan sürükleyerek çıkardılar. "Nereye götürüyorsunuz?"
"Kerim Bey çağırıyor," Müjgan kolunu tutan adama kafasını kaldırıp baktığında adam, umursamadan önüne bakıyordu. Sıkı tutulan kolunu acısını azaltmak adına çekiştirdiğinde kolundaki el hiç gevşememişti.
Kapalı geniş bir kapının önünde durduklarında yanındaki adam kapıyı tıklattı. Birkaç saniye sonra kapı açılmayınca bir kez daha tıklattı ama yine aynı sonucu aldı.
"Allah'ım n'olur bir mucize olsun," kimsenin duymayacak şekilde fısıldayarak konuşmuştu. Tam da şu dakika bir mucize olması gerekiyordu. Buna ihtiyaçları vardı.
Kapının açılmayacağını anladığında yanındaki adam cebinden telefon çıkararak bir yeri aradı. Karşı taraftan telefon açılınca Müjgan adamın dikkatini dağıldığını düşünerek adamın tuttuğu koluyla adamın bel boşluğuna dirsek attı. Adam neye uğradığını şaşırırken kolundaki eli gevşedi. Müjgan bunu fırsat bilerek elini olabildiğince ısırdığında adam güçlü bir inlemeyle elini çekti.
Sude'ye baktığında onun da kendisinden aşağı kalır yanı yoktu. Adamın kolunu ısırdıktan sonra kolundan tutarak arkasına çevirmiş, diz kapağının arkasına sert bir tekme atmıştı.
Dün yaptıkları gibi koridorda koşarak ilerlerken bu sefer kilitli olmayan bir çıkış kapısı bulmaya çalışıyordu. Arkalarından gelen adım sesleriyle daha da hızlandıklarında karşılarına kocaman bir salon çıktı. Dün yemek yemek için girdikleri oda değildi.
Müjgan gözüyle kısa sürede etrafı taradığında hem aşağı hem de yukarı doğru döner merdiven olduğunu gördü. Kardeşinin bileğinden tuttuğu gibi merdivenlere yönelirken silahın patlama sesini duydu. Hissettiği acıyla yüzünü buruştururken elini acıyan omuzuna götürdü. Eline bulaşan kanı gördükten sonra etrafında dönerek çevreye bakındı. Kerim kaşları çatık, onlara doğru uzattığı silahla adımlıyordu.
Sude ablasının kurşunun sıyırdığı omuzuna baktı. Anında çığlığı basarken Kerim'in gür sesini duydu. "Kes sesini!" Müjgan acıyan omuzunu umursamamaya çalışarak Kerim'e dikti bakışlarını. Çatık kaşlarının yanı sıra kararmış gözlerle ikisine bakıyordu. Kerim'in arkasında beliren kaydı bu sefer bakışları. Duyduğu cümleyle dudaklarına gülümseme yerleştirdi. "Kerim Bey, polisler villanın etrafını sarmış."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MUÂŞAKA
Chick-LitHâlâ kolları boynundayken kendini geri çekti. Deniz kokusunu uzun uzadıya ciğerlerine hapsettikten sonra gülümseyerek Kutay'a baktı. Kahveleri adeta parlıyordu, ışığa bile gerek yoktu. Onun gözlerindeki ışık yeterdi. Kutay, sağ avucunu Müjgan'ın ka...