OLCAY
Kahvaltı için yemekhaneye girdiğimizde güçlü bir "Dikkat!" komutu duyuldu. Ardından içerideki askerlerin tümü esas duruşa geçti. Barış hepsine oturmalarını emrederken nöbetçi uzman çavuşu yanına çağırdı ve hepimize kahvaltı getirmelerini istedi. Hala geceki yemekleri sindiremediğim için tabldot sırasına giren uzmana doğru seslendim.
"Beni es geç koçum."
"Çay ister misiniz komutanım?"
"Demli olsun."
"Emredersiniz komutanım."
Bizim için ayrılan masaya doğru ilerlerken Barış'ın bakışları bana döndü. Söyleyeceği şeyi tahmin ediyordum. "Akşam fazla kaçırmışım," diyerek ısrarının önüne geçtim. Konuşmamıza kulak kabartan Deli "Allah aşkına ne yedin sanki komutanım," diye çıkıştı.
"Konuşmaktan ağzına bir lokma koydun mu acaba?"
Bir an anne rolünü üstlenmiş askerime baktım. Toprak'ın oturmak üzere olduğu sandalyeyi bir centilmen edasıyla geri çekti. Bu kibarlıklara alışıkmış gibi duran kadın hafif bir baş selamıyla gülümsedi ve yerine otururken Deli'nin sandalyeyi geri itmesine müsaade etti. Bir anda göz göze geldiğim Kadir dudaklarını sessizce kıpırdatarak "Bunu da mı ben yapayım," dedi. "Aferin sana kro bordo!" O son iki kelimeyi yanlış okuduğumu düşünmek istiyordum. Çünkü doğru olma ihtimali avuçlarımın içini kaşındırıyordu. Deli'nin sesi çıkmasa da sitemi gözlerinin belermesinden belliydi. Bana kibarlık dersi vermesininkini geçtim de Toprak'la aramda özel bir şeyler varmış gibi davranmasının hesabını uygun bir vakitte soracaktım.
"Zaten geceyi de erken bitirdin."
İmalı bir ses tonuyla yerine oturan Deli, Toprak'ın arkasından bana doğru baktı. Bu sefer de olmayan kaynanam gibi başını iki yana sallıyordu. Gece, olması gereken zamanda bitmişti. Kabul ediyorum, henüz yemekleri bitmemişti ama sabah erkenden yola çıkacağımız düşünülürse saat fazlasıyla geçti. Fakat Deli'nin bunu ima etmediğini, başını sallarken ara ara Toprak'ı işaret etmesinden anlıyordum. Odadan çıkıp, bir hışımla dönmemin nedenini kim bilir nelere yormuştu.
"Lokmalarımı saydığını bilseydim..."
Bir önceki konuya cevap vermek daha fazla işime geldi. Fakat yine Deli'ye uzatmaması konusundaki uyarı dolu bir bakış atmaktan kendimi alamadım. Toprak'ın solunda kalan sandalyeye oturdum. Bal rengi gözler beni buldu. Fakat gelen askerler yüzünden bu bakışma kısa sürdü. Nöbetçi yanına aldığı iki askerle kahvaltı tabldotlarını getirmişti. Dikkatli bir şekilde herkesin önüne bıraktılar. Nöbetçi ise benim önüme, iki karton bardağın içindeki demli çayı bıraktı. Toprak'ın bakışlarını o an yine üzerimde hissettim. Bu sefer ne düşündüğünü tahmin ediyordum. Dudaklarımın kenarına yerleşen minik tebessümü baskılamak adına çaydan bir yudum aldım.
"Bu dağda da böyle komutanım."
Gözlerim, derinlerde bir yerde kalan sabrımı ararcasına kapandı. Oluşan sessizlikle benimle ilgili konuyu kapattığını düşünmüştüm. Yanılmış olmak can sıkıcıydı. Hatta can aldırıcı...
"İstihkakına dokunmaz. Hatta bizimle paylaşır. Sanki fotosentezle besleniyor."
Yemekhanenin gürültüsünden konuşmamızı sadece masadakiler duyuyor olsa bile bu kadar cıvımaya gerek yoktu. Derin bir nefes almanın ardından elimdeki bardağı masaya sertçe bıraktım ve "Deli!" diye seslendim. Bu bir seslenişten daha çok 'Biraz daha konuşmaya devam edersen bitkisel hayata girecek olan kişi sensin' mesajı taşıyordu. Sadece çatal bıçak sesleri gelince gözlerimi araladım. Neyse ki herkes durumun ciddiyetini fark etmiş, kahvaltısına odaklanmayı tercih etmişti. Deli ise memnuniyetsiz bir ifadeyle çatalına taktığı peyniri inceliyordu.
"Keşke bu sefer de paylaşsaydınız komutanım."
Tek seferde ağzına attı. Toprak'ın önündeki tabldota baktım. Paketli bir ekmek, kibrit kutusu kadar peynir, beş zeytin, bir parça sucuk ve domates salatalık. Adam olana çok bile...
"İstersen peynirimi ve sucuğumu alabilirsin."
Toprak'ın teklifiyle gözleri büyüyen Deli "Vallaha mı?" diye sordu. Gülümsediğini profilinden gördüğüm kadın "Peynire alerjim var. Sucuğu da pek sevmem," dedi. "Al tabi." Toprak'ın arkasından bakışlarımla 'Saçmalama dön önüne' mesajı verdim ama bu Deli için hiçbir şey ifade etmedi.
"Sucuk sevilmez mi be yenge!"
Duyduğum son kelimenin anlamı zihnime çaktığı anda donakaldım. Deli de Toprak'ın tabldotundaki sucuğa çatalını bastırırken kalakaldı. Söylediği sözün saçmalığını fark etmesi birkaç saniyesini aldı. Fakat durumu toparlamak için uyduracağı bahaneyi bulması o kadar kısa sürmedi. Açıkçası tüm yemekhaneye inat bizim masa mümkün olduğunca hareket etmiyordu. Toprak'ın bakışları kısa bir an bana çevrildi. Sanki 'Yenge' kelimesine vereceğim tepkiyi merak etmişti ya da belki hesap sormamı beklemişti. Fakat şok hali öyle bir üzerime yapışmıştı ki şu anda nefes aldığıma şükrediyordum.
"Ee... Yengen... Meryem Yengen çok sever."
Ellerimi gürültülü bir şaklatmayla suratıma çarpmamı engelleyen tek şey onlarca askerin önünde olmaktı. Deli sıçmasını sıvamaya çalışırken "Şimdi benim müstakbel karım," diye devam etti. İçimden bir ses üzerine dikeceği çiçeği seçtiğini söylüyordu. "Onların yengesiyse... Senin de yengen oluyor. Sonuçta biz arkadaşız değil mi Toprak? En azından aynı yola baş koyduk değil mi?"
"Meryem?"
Toprak'ın bakışları olması gereken kişide değildi. Cevabı bende arıyordu. Dün geceki konuşmamıza ithaf yapıyordu. Bir türlü açıklayamadığım konuya bu şekilde değineceğimizi düşünmediğim için verecek bir cevabım da yoktu. Ben sessiz kalınca tekrar Deli'ye döndü.
"Meryem Hanım senin eşin mi?"
Sesinde bariz bir şaşkınlık ama bir o kadar da rahatlama vardı. Açıkçası bu konuya benim dışımda bir açıklık getirildiği için bende rahatlamıştım.
"Olcay Komutanım he dediği anda inşallah."
Deli konuşmadaki detayı sonradan fark etmiş olacak ki "Sen Meryem Hanım'ı tanıyor musun?" diye sordu. "Onun savcılık işi olmaz. Senin de o köyle bir alakan olduğunu sanmıyorum." Toprak, yakalanmış bir çocuk telaşıyla "Hayır," dedi. "Tanımıyorum tabi ki. Nereden çıkardın bunu?"
"Meryem Hanım deyince..."
"Ben genelde hanımefendilere o şekilde seslenirim."
Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken yanımdaki kadına baktım. O ise itinayla bana bakmaktan kaçınıyor gibiydi. Nedense bunun gerçeğin çarpıtılmış hali olduğunu hissediyordum. Gerçekten de herkese o şekilde seslenebilirdi ama şu anda konu kapı dinlerken anladığı yanlıştı. Tabi ki bunu itiraf etmeyecekti.
"Ha... Ben sadece Meryem'ime o şekilde seslenirim. O da bana bey der."
"Öyle mi?"
Bunu zaten biliyormuş gibi bir tepkiydi. Tabldotundaki zeytinlere işkence yapmaya başladı. Düşünüyordu. Düşündükçe yanakları kızarıyordu ya da onu izlediğimin farkında olduğu için bedenen verdiği bir tepkiydi. Deli konuşmaya devam edecekmiş gibi ağzını açtığı sırada ayaklanarak dikkatleri üzerime çektim.
"Size afiyet olsun. Ben bir karakolu turlayacağım."
*
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞEHADET
General FictionBu hikaye gerçek kişiler, olaylar ve mekanlar içermektedir. Mesleki gizlilikten ötürü isimlerde ufak kelime oyunları yapılmıştır. Lütfen okurken sadece kurgu gözüyle değil, yaşanmış olay örgüsüne bakın. Hikayenin çıkış noktası ilk bölümdedir. Keyifl...