OLCAY
Koyverdun gittun beni oy,
Koyverdun gittun beni.
Allahundan bulasun oy,
Allahundan bulasun.
Kimse almasun seni oy,
Kimse almasun seni;
Yine bana kalasun.
Karakolun içi sessizdi. Herkesin kahvaltıda olduğu düşünülürse aksini zaten düşünülemezdi. Fakat karakol binasından çıktığım anda derinlerden bir ses kulağıma çalındı. Karadeniz türküsünü söyleyen naif ses, adımlarımı büyülemişçesine hareket ettiriyordu.
Sevduğum senun aşkın,
Çiğerlerumi dağlar.
Hiç mi düşunmedun sen?
Hiç mi düşunmedun sen oy?
Her adımımda müziğin sesi biraz daha yükseldi. Bir süre sonra şarkıya eşlik eden başka bir ses duyuldu. Detoneydi ya da ağlamak üzere olduğunu hissettirdiği için bana öyle gelmişti. Yavaşça karakolun arka kısmına dolandım ve cephaneliğin önüne çökmüş askeri gördüm. Bugün tuvalette, telefonuyla hararetli konuşmasının ortasında yakaladığım çocuktu. Başında dikilen iki arkadaşıyla birlikte sigara içiyordu. Öylesine dertli gözüküyordu ki bir an kendimi suçlu hissetmeme neden oldu. Onu azarlamamdan dolayı bu halde olamazdı değil mi? En azından bu şarkı çalarken bunun olmaması gerekirdi.
Sevduğun boyle ağlar,
Sevduğun boyle ağlar.
Duvara yaslanan askerlerden biri ile göz göze geldik. Dudaklarındaki sigarayı el çabukluğuyla yok ederken esas duruşa geçti. Onun bu aceleciliğiyle yanındaki arkadaşı da kendini toplardı. Üstelik onunla göz göze gelmemiz esas duruşundan sonra olmuştu. Panikle yerdeki arkadaşlarına bakarken susmalarını işaret ettim. Başımla da gitmelerini emrettim.
İçlerinin el vermediğini gözlerinden okuduğum çocuklar arkadaşlarının yanından ayrıldı. Yerdeki içli içli şarkıya eşlik ederken sigarasını içmeyi bile unutan asker bunu fark edemeyecek kadar dalmıştı. Yanımdan koşar adım geçen askerlerin adım seslerinde çocuğun yanına ilerledim. Onun aksine yere çökmek yerine oturup sırtımı soğuk duvara yasladım. Havanın soğuğunu iliklerime kadar hissederken cebimdeki babamın sigara tablasından iki dal çektim.
Biraz olsun içimi ısıtmasını umduğum tütünün birini dudaklarıma sıkıştırdım. Diğerini ise, uzayan külü düştü düşecek gibi durak, geriye de izmaritten başka bir şeyi kalmayacak olan askere uzattım.
Dalgın bakışları önce uzattığım sarılı tütüne, ardından bana çevrildi. Kim olduğumu idrak etmesi birkaç saniyesini aldı. Fakat anladığı anda ışık hızıyla toparlanmaya çalıştı. "Komutanım... Çok özür dilerim komutanım."
Ayaklanmaya çalışan askerin kolundan tutarak gerisin geri çektim. Bu sefer çömelmek yerine, tam yanıma oturdu. Başını utançla öne eğdi, bir saat önce fırça yemesine neden olan telefondan çalan müziği kapatmaya çalıştı. Elleri titremese belki biraz daha hızlı olabilirdi ya da en azından başarılı...
"Yemin ederim bir daha kullanmayacağım."
Onu bir daha bu telefonla yakalarsam yapacaklarımı hayal gücüne bırakmıştım. Korkusuna bakılırsa bu konu hakkında bir hayli düşünmüştü. Hayal gücü geniş olmalıydı.
"Telefondaki o muydu?"
Böyle bir soru sormamı beklemiyor olacak ki donakaldı. Şarkı hala devam ediyordu. Telefonu elinden çekip aramızda kalan boşluğa koydum. Az önce uzattığım tütünü ise eline tutuşturdum. Başını bana doğru çevirdi. Robotik hareketlerini yaşadığı sürüncemeye verdim. "Sevgilin-" derken parmağındaki yüzük dikkatimi çekti. "Sözlün," diye kelimemi düzelttim. "Sözlün müydü?" Nihayet aramıza dönen asker başını onaylarcasına salladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞEHADET
General FictionBu hikaye gerçek kişiler, olaylar ve mekanlar içermektedir. Mesleki gizlilikten ötürü isimlerde ufak kelime oyunları yapılmıştır. Lütfen okurken sadece kurgu gözüyle değil, yaşanmış olay örgüsüne bakın. Hikayenin çıkış noktası ilk bölümdedir. Keyifl...