Onurunuz Nerede?

6 2 0
                                    

     Artuk bitap düşmüştü. Binbaşıyı geçmeyi son anda kaçıran atı artık çatlama noktasına gelmişti. Ağzından köpükler akıyordu. Düşman birlikleri sınır boylarını kayaya çarpan dalgalar gibi vurmuştu. Karşılaştığı manzarayı görünce Uryun ahalisi daha büyük felaketten son anda kurtulduğunu anlamıştı Artuk. Ordu yanlara doğru devasa bir genişlikte açılıyor, obayı bütünüyle yutup içlerinde bir tane sağlam çadır, bir tane ağlayan bebek bile bırakmıyorlardı. Eğer böyle bir saldırıyla Uryunlular birkaç yüz kişiyle kurtuldularsa bu kötünün iyisi sayılırdı.

Hızlı bir şekilde dört obayı birden tarumar etmişti bu ordu. Şaşılacak iş ki bunları sadece dört günde yapmıştı. Takiple geçmesi gereken son bir günü kalan Artuk gerildi. Hala daha kağanın orduları gelmemişti. Beşinci gün öğle vakitlerine doğru kağanın ordusu gözükmüştü. Artuğun konumu savaşı görebilecek en mükemmel yerdeydi. Sarp kayalıkların arasına saklandı. Tek sorun vardı ki bir terslik durumunda oradan hızla uzaklaşamazdı. Atından uzaktı. Zemin, izlenen noktaya bir binekle gelmeyi müsaade etmiyordu. Bütün ova ayaklarının altındaydı. Kayalık tepeler sert bir şekilde bitip yerine çamurlu, bataklıklı bir düzlük seyrediyordu. İki ordu da bu düzlüğe dizilmiş sabırla bekliyordu. Üç çatallı tuğlar, kağanın bizzat ordunun başında olduğunu gösteriyordu. "Kağanım" diye fısıldadı Artuk. Başını göğe kaldırdı. Hava kapalıydı. Kararmış bulutlar sanki öfkeyle gürlüyordu. Çok vakit geçmeden şiddetli bir yağmur başladı. Türk ordusundaki bazı komutanlar moral için birliklerinin başında konuşma yapıyorlardı. Haykırışları yağmurun gürültüsünü bastırır olmuştu. Türk ordusu karşı tarafa göre oldukça az sayıdaydı. İki taraf da gergin bir bekleyişin içindeydiler. İlk saldırıyı Moğollarla karışık Çin ordusu yapmıştı. Artuğun kendi tarafına yakın olan düşman kanadı ileriye akın etti. Çinlilerin zırhlı birlikleri önde, hafif Moğol birlikleri arkasındaydı. Diğer kanat ileriye atılmamış, sadece boşluğu kapatmıştı. S şeklinin biraz daha az eğimli halini aldı düşman ordusu. Rakip kanadına ordunun yarısıyla karşılık verdi Kağan. Bir anda ortalığı at kişnemeleri, yaralı askerlerin acıyla bağırmaları kaplamıştı. Kılıç şakırtıları bir gök gürültüsünü andırıyordu uzaktan. Yere düşen ölü bedenler, vücutlarının yarısına kadar çamura batıyordu. Tek kanattan başlayan savaşta Türkler iyi yol katedemiyordu. Kızıllığa bürünen zeminde tehlikeli vaziyette ilerleme yaşıyordu düşman. Bir vakit sonra kağanın bulunduğu bölgeye yaklaşınca topyekun hücuma geçildi. Artuk donakalmış vaziyette saklandığı tepeden olan biteni izliyordu. S şekli bütünüyle çarpışıyordu. Bu sırada geride duran Çin okçuları atından inip kayalık tepeye doğru depar atmaya başladı. Bu durumu Kağan geç fark etmiş olmalıydı ki karşılığını geç verdi. Yine de tepeyi zapt edemeden Türkler yetişmişti. Tahmini iki bin Türk tepeye akın etti. Telaştan olmalıydı ki Türk birlikleri zeminin kötü oluşunu fark edememiş atlarıyla tepeye dalmıştı. En azından yüz kişi atının dengesi bozulması sonucu yere kapaklandı. Sert ve keskin kayalar birçoğunun kemiklerini kırmış olmalıydı. Durumu fark edip atlarından inmeye çalışırken çok fazla er oklanmıştı. Tepedeki Çinlilerin bir kısmı düşmanlarıyla çarpışırken bir kısmıysa ovaya doğru ok yağdırıyordu.

Artuk saklandığı yerde pusatını çıkarmış, kaskatı kesilmişti. Burnunun dibine gelmişti çarpışma. Bir ovaya bakıyor, birde dibinde yaşanan çarpışmaya. Bulunduğu küçük oyukta fark edilmesi an meselesiydi. Bir Çinlinin ona doğru yaklaştığını gördü. Çabucak kendini yere attı. Yere bıraktığı kargısını sımsıkı tuttu. Yanına gelmesine iki adım kala başını yavaşça kaldırdı. Yerdekini ölü sanan Çinli okçu, telaşla sadağından ok almaya çalıştı ki iş işten geçmiş, boynuna kargıyı yemişti. Boğazını tutarak diz çöktü. Can çekişen adamı yakasından tutup kendine çekip üzerine devirdi. Üstünde cesetle zor da olsa etrafındaki savaşa bakıyordu. Savaşı bütünüyle kaybedileceğinin aşikar olduğunu düşündü. Bir an önce atına geri dönüp olan biteni Yıldıray'a anlatmalıydı. Bir vakit o vaziyette bulunduğu tepenin temizlenmesini bekledi bir umutla. Zamanla beklemenin bulunduğu bölgeden çıkmayı daha da zorlaştıracağını düşündü. Üzerindeki cesedi kenara atıp ayağa kalktı ve hiç vakit kaybetmeden kendi soydaşlarının olduğu tarafa doğru koştu. Türklerden tepede sadece birkaç yüz kişi kalmıştı. Sağ çıkılamayacağını bildiklerinden gözleri kararmış, başlarındaki tolgalarını, börklerini bir kenara atıp delicesine çarpışıyorlardı. Artuk, atına koşarak giderken karşısına denk geldiği düşmanın saldırılarını kalkanla durduruyor, karşılık vermeden uzaklaşıyordu. Son bir kez ovaya baktığındaysa tuğların olduğu alanın düşmanla çevrildiğini gördü. Kağanın kaçma şansı yoktu artık. Savaş bittiğinde ya öldürülecek ya da esir alınacaktı. Zor bela tepeyi inip atının olduğu yere vardı. Bitkin düşmüş haldeki at, sahibini görünce ondan uzaklaşmaya başladı. Yorulduğundan olmalı ki artık üzerine binilsin istemiyordu. Kalkanı sırtına asıp koşmaya başladı. Öfkeyle "Gel ulan buraya! Canına mı susadın!" dedi Artuk. Zor bela atına atladı. O sırada birkaç Çinli Artuğu görmüş ok atmaya başlamıştı. Atılan oklar atı sıyıra sıyıra yanlarından geçiyordu. Kendi kendine "Kör gözlü Çinliler! Siz bu havada ok mu atabilirsiniz?" dediği anda cevap niteliğinde sırtındaki kalkana iki ok saplandı. Kargısını savaş alanında bırakan Artuk, gerektiği gibi hızlanamıyordu. Güçlükle savaş alanından uzaklaşıp Tortugun'a doğru yola koyuldu.

BİR GÖKTÜRKLÜNÜN AŞKIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin