Yaşlı Şifacının Yaşantısı

49 7 14
                                    

Zaman öyle derin bir mezarlıktır ki ;çölün
rüzgarında savrulup ,küllerinden yeniden doğarsın da farkına bile varamazsın...

Her şeyin başladığı o gün, günümüzden beşyüz yıl önce...

Hırçın rüzgar, çölün tepesindeki ince kumları dans edercesine savuruyordu. Kavuşmak için çırpınan iki sevgiliyi andıran bu görüntüye develerin çanlarının şıngırtısı ve uzaktaki ufak bir çocuğun acı acı çalan kavalı eşlik ediyordu.

Upuzun, uçsuz bucaksız bu koca çölün tepesinde küçük, kendi halinde, huzurlu bir topluluk vardı. Çöldekiler bu topluluğa hayrın
topluluğu veya huzurun yolu da derdi. Bu topluluk köy gibi bir yerdi bazen bu küçük köy içinde pazarlar, şenlikler kurulur bazense yas tutulurdu. Küçük köyün içinde küçük çadırında yaşayan, geçimini iki devesinden ve yaptığı ilaçlardan sağlayan yaşlı bir adam vardı.

Köydeki kimi insanlar bu adamı sever, sayar, bir dediğini iki etmez ve ilahi bir adam olduğuna inanır, kimileriyse bu adamın deli olduğunu, bunamış bir yaşlıdan farkının olmadığını söylerdi. Neyse ki yaşlı adamın seveni sevmeyeninden daha çoktu. Yaşlı adam, karısını ve iki oğlunu çok uzun bir zaman önce çölde yaşanan kum fırtınasında kaybetmişti. Çadırında yalnız yaşardı. 

Arada bir yanına gelen, bıyıkları yeni terlemiş, cengaver, yemyeşil orman gibi gözleri olan, yakışıklı, yiğit bir çırağı vardı. Çırağı, yaşlı adamı akıl hocası beller, babası gibi sever, sayar, saygıda kusur etmezdi, yaşlı adam da çırağını kendi oğullarının yerine koyar, kendi oğlu gibi benimseyip severdi.

Yine çölde her zaman ki gibi sakin bir gündü. Bebekli anneler çığıran çocuklarını susturmak için bağrına basıyor, genç kızlar annelerine yardım ediyor, yiğit gençler babalarının öğrettiklerini kavramaya çalışıyordu.

Yaşlı adam ve çırağı Arhat, ellerindeki uyku otunu, rüya yapraklarını, beyaz ay çileklerini, leylak otunu ve balı tahta bir kase de karıştırarak ilaç yapıyorlardı.

Son günlerde köyün hatrı sayılan zenginlerinden olan Kamal Raji 'nin büyük bir uyku sıkıntısı vardı. Kamal Raji, "çözsen çözsen bu durumu şifalı engin bilgilerinle sen çözersin şifacım." Diyerek yaşlı adamın kapısına gelmişti, çoğu kişi yaşlı adama ilaç yaptığı için ve neredeyse derdi hastalık olan herkesi iyileştirebildiği için "şifacı" derdi.

Yaşlı şifacı, tahta kasedeki malzemeleri hem karıştırıyor, hemde çırağı Arhat'a  öğrenmesi  için uyku ilacı nasıl yapılır anlatıyordu.
"Arhat oğlum, şu yanındaki ay çileğinden de yarım kase olacak şekilde ver bakayım."
"Hemen şifacım." Arhat, elindeki kilden yapılmış, epey eski gözüken, içi ay çileği dolu çömlek kaseyi yaşlı şifacıya uzattıktan sonra yaşlı şifacı, Arhat'a uyku ilacı yapmanın püf noktalarından bahsetmeye başladı.

"Her şey sabırlı olmakla başlar Arhat, ilk önce sabırlı olmayı bileceksin." Arhat, bütün odağını kasenin içinde dönen ezilmiş otlara toplamıştı, akıl hocasını pür dikkatle dinliyordu. Yaşlı şifacı, derin bir nefes verip anlatmaya devam etti.

"Bazen her şey istediğimiz gibi olmayabilir, yolunda gitmeyebilir. Bu ilaçlar içinde geçerli ama biz yine de iyi bir sonuç çıkarmak için elimizden gelenin fazlasını yapmalıyız, gayret etmeliyiz.

Uyku ilacı için; uyku otu, beyaz ay çileği, rüya yaprakları ve leylak otu ayrı kaplarda güzelce yıkanır, sonrasında suyu sıkılmadan, sarkmadan kaplara tekrar konur.

İlk öncelikle bakır bir kapta su ısıtılır, bu içi sıcak su dolu kabın içine uyku otu dökülür ve kabın üzerine bir kumaş gerilir içinde uyku otu demlenen kabın kumaşla gerilmiş üzerine rüya yaprakları konur böylece hem uyku otu demlenirken hem rüya yaprakları bu suyun buharında yumuşar.

Uyku otu ve rüya yaprakları demlenirken leylak otu döveç ile ezilir ve deve sütünün içine eklenir. Bir süre sonra demlenen uyku otunun suyu bir kaba alınır, bu suyun posasıysa leylak otunun bulunduğu deve sütüne ilave edilir. Uyku otu suyunun bulunduğu kabın içine leylek otunun ve uyku otunun posasının olduğu deve sütü eklenir ve iyice karıştırılır daha sonra yumuşamış olan rüya yaprakları bu karışımın içine eklenir.

Şimdilik birinci adım tamamlandı ikinci adımda ise beyaz ay çilekleri var. Beyaz ay çileklerinin kabukları soyulur, içindeki beyaz tatlı öz çıkarılır ve yaptığımız karışımın içine ilave edilir. İyice karıştırdıktan sonra tatlansın ve karışımın uyumunu sağlasın diye bir kaşık bal eklenir ve tekrar karıştırılır yapılan uyku ilacı bir şişeye konur. Ve soğuk, güneş görmeyen, gölge bir yerde bir gün barındırılır. En sonunda kullanıma hazır hale gelir."

Arhat yüzünde tatlı bir tebessümle akıl hocasının engin bilgilerine tekrar hayran olur ve akıl hocasının dediklerini iyice kavrayabilmek için anladıklarını beyninde tekrar eder.

"Şimdi Arhat oğlum beniimm karışım bitti, şu sedirin yanındaki alt dolapta mavi kristal bir ilaç şişesi var onu getir. Bu şişeyi ne zamandan beri saklıyorum başka birine vermeye kıyamıyordum Kamal Raji'ye gitmesine çok sevindim. Hem mahçupta olmuş olmayız."

Arhat akıl hocasının dediğini yerine getirmek üzere ayağa kalktı ve elini sedirin yanındaki ahşap, oymalı, zarif dolaba yöneltti. Şişeyi aldıktan sonra geri akıl hocasının yanına geçti ve oturdu. Yaşlı şifacı Arhat'ın elindeki mavi kristal şişeyi aldı ve karışımı içine döktü. "Şimdi bu şişeyi al ve bir gün boyunca dinlenmek üzere dolaba geri koy." Arhat tekrar ayağa kalktı ve hiç ikiletmeden akıl hocasının dediğini yerine getirdi.

"Şifacım öğrettiğiniz ve bana kattığınız bunca bilgi için teşekkür ederim. Hava kararmaya başladı, benim çadırıma gitmem gerek." "Canım oğlum asıl ben teşekkür ederim böyle saygılı böyle akıllı bir çırak olduğun için. Kendine iyi bak yarın uğramayı unutma." "Unutmam, mutlaka uğrarım. Sizde kendinize çok iyi bakın." Yaşlı şifacı ve Arhat birbirlerine iki baba oğul gibi şefkatli ve sıcak bir şekilde gülümsediler.

Yaşlı şifacı arkasını döndüğünde Arhat çadırdan çıkmıştı. Gece olmuştu. Derin bir sessizlik vardı çölün tepesinde. Gizli sırların hapsolduğu, kavuşamayan aşıkların ruhlarının dolaştığı, rüzgarla ince kumun dans ettiği, nefretin aşka aşkın da nefrete fısıltılarının duyulduğu bu çölün tepesine gece yine bir sessizlik çökmüştü.

Herkese normal gelen bu sessizlik yaşlı şifacıya sır kapılarının ardını açıyordu. Herkes huzur içinde uyurken yaşlı şifacı kederinin içinde boğuluyordu. Herkese ilaç olan yaşlı şifacı bir kendini iyi edemiyordu onun yarası bedeninde değil ruhundaydı, kalbindeydi. Herkesi sarıp sarmalayan yaşlı şifacı üşüyordu onu üşüten şey rüzgar değil yalnızlıktı. Onun ruhu üşüyordu. Oğullarının ve karısının yokluğu onu her geçen gün öldürüyordu.

Ölmek sadece bedenle mi olurdu? Ölmek ne demekti? Ölmek sadece vücudun işlevini yitirmesi miydi? İnsanın ruhu da ölemez miydi? İnsanın bedeni diriyken ruhu ölü olmaz mıydı? İnsan sadece bir defa mı ölürdü? Yaşlı şifacıda bir ölüydü. Yaşlı şifacı ruhu binlerce kez ölmüş bedeni hareketli bir et yığınından ibaret bir ölüydü. Yaşlı şifacı otuz yıl önce ruhunu oğullarına kalbini de karısına armağan etmişti. O ölmüştü...

YALNIZ PRENSESHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin