"siktiğimin ibnesi, kanımı donduruyorsun." jaemin yüzüme tükürmüş, ardından tekmesini karın boşluğuma doğru savurmuştu. saf nefretle bakıyordu gözleri, dilinden düşürmüyordu yalnız bana zati beslediği nefretini. yanında duran hyunwoo'nun ise biraz olsun aşağı kalır yanı yoktu ondan. fakat ben muhtemelen burkulmuş olan bileğimle acınası hâlde yerde yatarken bile burnundan soluyan bu ikiliye gülmemek için yanaklarımın içlerini ısırmaktan geri duramıyordum.
rezillerdi. jaemin'in erkek kardeşiyle zorla yiyişmiş değildim, kendisi onu sadece öpmem için bile ayaklarıma kapanacak raddeye gelmişti. abisi bizi bastığında ise -ki bu olay en fazla yarım saat öncesine tekabül ediyordu- beni yaka paça ara sokağın tekine çekmiş, götümden kan almıştı tabiri caizse. manyak orospu çocuğu, öldürecekti neredeyse beni.
"hop, beyler, dağılın şuradan, utanmıyor musunuz kendinizden küçüklere sataşmaya?"
duyduğum yabancı sesle doğrulmaya çalıştım. nafileydi. kaburgalarımın acısından nefes bile alamıyordum. yine de gözlerimi devirmeden edemedim. küçükmüş. beynini siktiğim. jae ve hyun'dan bir dönem büyüktüm ben. bu ruh hastalarının fazla hormonlu olması da benim problemim falan değildi.
"yeonjun bak işine, karışma sen." hyunwoo bize yaklaşan siyah saçlı oğlana diklendiğinde jaemin küstahça sırıtmış, bu sefer tekmesini yeonjun'un gözlerinin içine bakarak geçirmişti kalçama. "havlayan köpek ısırmaz, boş versene hyun."
yeonjun kafasını sanki bir şeyleri anlamaya çalışırmış gibi yana eğmiş, vişne çürüğü dudaklarını bir süre öylece ısırmış ve öksürerek boğazını temizlemişti. "jaemin, rica ediyorum. çocuğu bırak."
acaba jaemin bu süt çocuğunu döverken aradan sıyrılabilir miydim?
"bırakmazsam nolu-"
siktir.
yeonjun'un yumruğunun jaemin'in suratının tam ortasında patlaması sadece iki saniye almıştı. burnundan oluk oluk akan kanı tişörtüyle durdurmaya çalışan jaemin bir yandan yeonjun'a boş ölüm tehditleri savuruyor, diğer yandan da ayakta durabilmek için hyunwoo'dan destek almaya çalışıyordu.
bu işin burada bitmediğini söyleyerek uzaklaştıklarında aradan usulca sıvışmayı bırakın, yerimden milim kıpırdayamamıştım bile.
yeonjun yüzünden bir an olsun silinmeyen gülümsemesi ile bana doğru adımladığında bu sefer gerçekten işimin bittiğine kanaat getirmiştim. jaemin gibi pısırık biri en fazla canımı yakardı, fakat yeonjun'un bende bırakacağı en ufak hasarla bile hastanelik olacağıma emindim.
ciğerlerimin kaldırabileceği en derin nefesi çekip gözlerimi kapattım ve de bekledim gelecek olan hamleyi. tek istediğim eve yürüyerek gidebilecek durumda kalmaktı fakat bu ilk defa gördüğüm piçin götünü yalayacak falan da değildim sırf beni azat etmesi için.
"aptal mısın sen, neden gözlerini kapatıyorsun? insanlar beni daha yakından görmek için can atmasa çirkin olduğumu düşüneceğim."
kaşlarımı çatarak yüzüne baktığımda güneşten parlayan kahve gözlerindeki hareler benimkilerle buluştu.
"haydi kalk, bir şeyler içelim. siktiğimin haziranında başka türlü geçmiyor günler."
ağzımdan şaşkın bir "ha?" nidasının çıkmasına engel olamamıştım. taşak mı geçiyordu bu piç benimle?
tutmam için bana uzattığı ele bomboş bir ifadeyle baktığımı görünce afallamış, eklemlerindeki jaemin'in kanını acemice gizlemeye çalışarak diğer elini uzatmıştı. ve bu durum beni o kadar çok güldürmüştü ki, kaburgalarımın acısından neredeyse ağlamaya başlayacaktım.
bana beyinsiz 14 yaşında bir çocukmuşum gibi hissettiren bakışlarıyla yaklaşık 5 dakika kadar hunharca güldükten sonra elinden destek alarak adeta yapıştığım yerden doğruldum.
"amma kolpa adamsın ha, görmemiştim seni daha önce hiç buralarda." yeonjun omuzlarını silkerek kıkırdadı ve de kafasıyla onu takip etmemi belirterek geldiği yönde yürümeye başladı.
en fazla beş dakika sonra evine varmıştık. beş dakika artı 972 basamak. ölüm gibi geçen uzun vadeli tırmanışımızın ardından güneş, ufuktaki kanlı bir yarık misali batmaya başlamış, biz ise bu 36 katlı binanın en tepesinde bacaklarımızı sallandırarak öylece yoldan aldığımız biraları yudumluyorduk.
"neden yardım ettin bana?" diye agresifçe sordum, yeni yeni kafam yerine geliyordu. "kendim hâlledebilirdim."
ılık meltem saçlarını okşarken dudakları kıvrıldı, gözleri kısıldı. "beni gerçekten hatırlamıyor olamazsın, değil mi? sıktı bu muhabbet, taşak geçtiğini söyle de kurtulalım."
sessizlik. sokaktan geçen eskicinin bağırışları. çatılmış kaşlarım ve yeonjun'un bir şeyler bekler bakışları.
"sen gerçekten hiçbir sikim hatırlamıyorsun." yanımdaki oğlanın kıkırdayışları yerini histerik kahkahalara bıraktı, nedensiz bir biçimde yüreğime korkunç ağrılar soktu. neyi hatırlamıyorum? ne saçmalıyor bu herif, yaralarım yeterince acımıyormuş gibi sikti bir de kafamı diye hayıflandım kendi kendime.
yeonjun o sırada derin bir iç çekip birasını kenara yerleştirdi, yenmiş tırnaklarıyla titrek ellerini göğsüme koyup üzerime eğildi ve birincil bir ihtiyaçmışçasına öptü dudaklarımı.
karşılık vermedim ama geri de çekilmedim.
çünkü bu his tanıdık.
sıcak.
benliğimi yakıp kavuruyor. zihnimdeki bir şeyler gün yüzüne çıkmak için çırpınıp duruyor.
yeonjun geri çekilip bir tilki ile küçük bir çocuğun hikâyesini hatırlayıp hatırlamadığımı sordu bu sefer de. yüzümde mimik oynamamasından mıdır nedir bilmem, tekrar öptü beni. bu sefer hoyrat, vahşi, onu hatırlamayışımın intikamını almak istermiş gibi.
sivri dişlerini dudaklarıma geçirdiği anda ittim onu, yumruğumu geçiriverdim o güzel yüzüne. yeonjun ne beni durdurmaya çalıştı ne de güçsüz hamlelerimden kaçınmaya yeltendi. en sonunda daha önce hiç göstermediği bir ifadesini takındı, bakışları beni tehlikede hissettirdi. sonrasında iki bileğimi de tek eliyle kavrayıp kucağıma yerleştirdi, boğazını temizledi. "ilk yumruğu atan senken şimdi benden durmamı isteme," yeonjun derin bir nefes verdi. konuşmakta zorlandığı her hâlinden belli. "beni evcilleştirdin, choi soobin. ve benim sana o günden beri ihtiyacım var. hatırlamaman umrumda değil. sen benim için dünyada teksin, ve ben de senin için. bu yüzden şimdi benden sakın durmamı isteme, tamam mı? çünkü sen geçmişin her bir zerresini hatırlayana değin, ben asla durmayacağım."
ayaklanıp arkama bile bakmadan kaçtım. bir kez olsun dönmedim, nefeslerim de düzene girmedi zaten sabaha değin. 'keşke,' dedim. 'keşke jaemin ve hyunwoo'nun elinde kalsaydım da hiç karşılaşmasaydım bu piçle!'
nefretim beni ölesiye korkutmuş olmasınaydı, nefretim tüm bu dingin karanlığımda fırtınalar koparışındandı.
yine de ertesi gün, yine aynı saatte, iki bira kapıp beliriverdim kapısında. şaşkın bakışları önce yüzümde dolandı, sonrasında beni içeri davet etti. bir süre sus pus oturmamızın ardından komidininin üzerindeki ikimizin fotoğrafını fark ettiğim an ise, kelimenin tam anlamıyla hayatımın sikildiğini anladığım andı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
le petit prince
Fanfictionşayet beni evcilleştirsen, o zaman birbirimize ihtiyaç duyacağız.