Genç kız hiç böyle berbat bir sabaha uyanmamıştı. Onu hep annesi eğlenceli tehditleri ile kaldırırdı, şimdi ise çalar saatin lanet olasıca sesi ile uyanmıştı. Saatin sinir bozucu sesini daha fazla duymamak adına saati durdurdu ve yatağından kalktı. Biraz oturdu ve kendine gelmeyi bekledi, ardından tuvalete gidip işlerini halletti. Çıkınca saçını tepeden dağınıkça topladı ve mutfağa gitti. Normalde ocağın başında annesi olur, türkü eşliğinde kahvaltı hazırlardı. Ama şimdi onun yerine Safiye Hanım vardı. Sessizce hazır olan sofraya oturdu ve "Günaydın..." diye mırıldandı.
Bir süre sonra Yeşim elinde ekmeklerle gelmişti. Sanırım fırına gitmişti çünkü ekmekler sıcaktı ve elinde evin anahtarı vardı. "Günaydın Hazal kızı." Derken ekmekleri masaya bıraktı. O da ona usulca günaydın dedi. Beş dakika sonra Safiye Hanım yaptığı yumurtayı ve kızarmış patatesleri masaya koydu ve Yeşim'e çayları doldurmasını söyledi. Çaylarda gelince kahvaltı başlamış oldu. Gerçi, Hazal sadece bir kaç tane patates ve bir iki çatal yumurta yemişti, o kadar.
Yarım saat sonra sofra toplanmış, herkes salona geçmişti. Safiye Hanım televizyonu açtı ve öylesine kanallar arasında dolaşmaya başladı. Bir haber kanalına denk geldiğinde durdu ve orada bıraktı. Şu an haberlerde örgü teknikleri anlatılıyordu ve bu onun ilgisini çekmişti. Hazal o sırada öylece camdan bakıyordu ama haberleri de kafa dağıtmak için dinliyordu. Yani o öyle olmasını umuyordu.
"Şimdi sırada bir ölüm haberimiz var. Beyoğlu'nun Lotus Mahallesi'nde iki gün önce öğlen sularında evinde ölü bulunan Eda Hancı, dün toprağa verildi. Polis, bu ölümün bir cinayet olduğunu, peşini bırakmayacaklarını söyledi. Beyoğlu'nun sevilen kafelerinden birini işleten Eda Hancı'nın kendisine Allah'tan rahmet, ailesine ve sevenlerine başsağlığı diliyoruz. Şimdi sırada..."
Hazal duyduğu şeylerle şaşırmıştı. Hayır, cinayet olayına değil, annesinin ölüm haberinin olaydan 2 gün sonra televizyonda yayınlanmasına şaşırmıştı. Beyoğlu'nun Eda Teyze'si, 2 gün sonra haberlere çıkmaya mı layıktı? Vay be, diye düşündü Hazal. Demek anneme verdikleri değer bu kadarmış...
Pencereden uzaklaştı Hazal ve Safiye Hanım'a, "Safiye Teyze, ben biraz hava alacağım. Akşam gelirim." Dedi ve kapıya doğru bir adım atacakken Yeşim'in sesi ile durdu. "İstersen ben de gelebilirim, Hazal." Dedi kızıl olan. "Gerek yok, teşekkür ederim Yeşim. Biraz yalnız kalsam iyi olacak benim için." Dedi yumuşak tuttuğu sesi ile Hazal. "Sen bilirsin Hazal kızım. Ama eğer bir şey olursa, hemen ya ben ya da Yeşim'i ara, geliriz. Tamam mı kızım?" Dedi yaşlı kadın. Hazal ona ufakça tebessüm etti ve tamam anlamında kafasını salladı. Ardından ayakkabılarını giydi ve telefonunu cebine koyup, apartmandan çıktı.
Gideceği yer belliydi aslında. Üzüldüğünde veya yalnız hissettiğinde oraya giderdi. Yine oraya gidiyordu. Yalnız ve evsiz hissediyordu. Belki orası bir nebzede olsa ona iyi gelirdi.
Kısa bir yürüyüşün ardından eski binaya varmıştı. Kısaca binayı süzdü. Bu 4 katlı bina, tüm mahallenin bir hatırasını barındırıyordu, tıpkı şimdi Hazal'ın hatıralarını barındıracağı gibi.
Eski binaya girdi sarışın kız. Ayağının altındaki tuğla kırıkları o yürüdükçe tekrar tekrar kırılıyordu. Eski merdivenleri çıkıp 1. Kata ulaştı. Ezberinde olan daireye girdi ve dairenin mavi duvarları karşıladı onu. Ne güzeldi bu mavi duvarlar, özgürlerdi.
Dairenin içine doğru ilerledi ve mahalleden Fatma Nine'nin koyduğu eski, yıpranmış sandalyelere yöneldi. Oturdu yavaşça. Dikkatini yanındaki masanın üzerinde duran kağıt ve kalem çekti. Yazsa mıydı? Hayır, bu sefer değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavisiz Mavi
Genç Kurgu"Mavi, kimileri için özgürlüktür. Benim içinse, mavi beni hapis eden bir renkti..." Ben, Hazal Hancı. Ve bu da benim maviye olan düşkünlüğüm. Gelin, birlikte mavinin nasıl bir insanı mahvoluşluğa sürdüğünü öğrenelim...