"Beni neden buraya çağırdın?" diye sordu uzun boylu genç, kaşlarını hafifçe çatarak. Sesi, bir açıklama talep eder gibiydi.
Yeonjun, kahvesinden bir yudum aldıktan sonra, karşısındaki çocuğa gülümsedi. Sorularla dolu gözleri ona dikilmişti, ama Yeonjun'un niyeti çok başkaydı. Ona laf almanın peşindeydi tabii. Taehyun ve Beomgyu birlikte vakit geçirirken, Yeonjun neden yalnız kalmalıydı ki?
"Kahve içmek istedim" dedi Yeonjun, umursamaz bir edayla.
"Benimle mi? Tekrar?" Soobin’in sesi, şaşkın ve sorgular gibiydi.
"Evet, bir sorun mu var?"
"Yaklaşık iki saat önce zaten birlikte kahve içtik" diye hatırlattı Soobin. Bu durumdan memnun olmadığını yüzünden anlamak mümkündü.
Yeonjun yüzünü astı, belli belirsiz bir rahatsızlık ifadesi yüzüne yerleşti. Soobin, yanında getirdiği kurabiyelerden birini Yeonjun’un kahve tabağına koydu. Dudaklarını hafifçe araladı, konuşmaya devam etmek niyetindeydi.
"Tamam, surat asma. Eski bir dostumla kahve içerim elbette" dedi Soobin, karşısındakinin gerginliğini azaltmaya çalışarak.
Yeonjun'un gözleri, derinlerde bir şey ararcasına parladı. "Onlarla hâlâ arkadaşsın yani?" diye sordu, göz ucuyla bakarak.
"Seninle olan arkadaşlığımızı onlara mı bağlamak istiyorsun?" Soobin’in sesi bu kez daha yumuşak, fakat altında bir kırılganlık seziliyordu.
Kısa bir sessizlik düştü aralarına. Yeonjun, nasıl soracağını birkaç saniye düşündü. Direkt soramazdı, bu onu daha da tuhaf bir duruma sokabilirdi. Zaten ortamı fazlasıyla garipleştirmişti bile.
"Peki, arkadaşlığınız nasıl gidiyor?" diye sordu, kahvesinden küçük bir yudum alarak.
"Neden bu kadar merak ediyorsun Yeonjun? Beni buraya çağırmanın asıl sebebi bu mu? Ağzımdan laf almak için mi?" Soobin'in sesi hafif bir titremeyle yükselmişti. Kırılmıştı, ama bunu belli etmek istemiyordu. Güçlü durmalıydı, her ne pahasına olursa olsun.
"Hayır, hayır, alakası yok. Taehyun bugün yoktu ve biliyorsun, yalnız kalmayı hiç sevmem" dedi Yeonjun, kahvesini masaya yavaşça bırakarak. Soobin’in tabağına koyduğu kurabiyeyi eline aldı, bir parça koparıp ağzına attı. Ardından hafifçe gülümsedi.
Soobin’in gözleri, derin bir hüzünle parladı. "Bilirim. Çok iyi bilirim, Yeonjun" dedi sessizce.
Yeonjun ciddileşti. "O halde konuşalım, Choi Soobin. Kendini aç biraz. Hep çok sessizdin."
Soobin derin bir nefes aldı, gözlerini kapatarak birkaç saniye duraksadı. Bu durum onu köşeye sıkıştırıyordu. Choi Yeonjun'a karşı gelmek zor bir işti.
"Seni merak ettim," dedi Yeonjun, gözlerini hiç ayırmadan, "Omzun iyi mi?"
Soobin bir an sessiz kaldı, sonra zoraki bir gülümsemeyle karşılık verdi. "Kesinlikle. İzi kaldı, ama maalesef."
"Maalesef mi?" diye tekrarladı Yeonjun, dudaklarını sahte bir acıma ifadesiyle büzerek. Gözlerindeki sinsilik kolayca fark edilebilirdi.
"Üzüyorsun beni, Choi Soobin. Oysa bizim için ne güzel bir anıydı," diye ekledi, sözlerinde alaycılık saklıydı.
Soobin, Yeonjun’un oyununu fark etse de sessiz kalmayı tercih etti. Bu kurnazlık ve kendine güven dolu tavır Yeonjun’un doğasında vardı, kaçınılmazdı. Ama Soobin aptal değildi. Ya da en azından aptal olmadığını düşünüyordu. Belki de, bu oyuna inanacak kadar aşık değildi. Önündeki kahveden bir yudum daha aldı, Yeonjun’un söylediklerine sadece başını sallamakla yetindi. Uyum sağlamak için elinden geleni yapıyordu.
Yeonjun hafifçe öne eğilerek sordu, "Arkadaşlarınla nasılsın?"
Soobin derin bir nefes aldı. "Umarım beni alt etmek senin için eğlencelidir, Yeonjun. Ama ne yazık ki kanmıyorum."
Yeonjun, bu yanıta aldırış etmeden devam etti. "Soobin, hep mi bu kadar güvensizsin, yoksa bu bana karşı özel bir şey mi? Sadece soru soruyorum. Seni merak ediyorum. Sabah gözlerini gördüm. Oradaki insanları tanıyorum, bırak da seni cehennemden çıkartayım."
Soobin hafif bir gülüşle gözlerini kapadı, derin bir nefes aldı. Dudakları kurumuştu, onları dilinin ucuyla ıslattı. "Yeonjun, lütfen bana böyle yaklaşma. Daha bir hafta önce üzerimde sigara söndürdün, şimdi karşıma geçip cennetim olmaktan bahsediyorsun. Bana acıma."
Yeonjun aniden sinirlendi, kaşlarını çatarak, "Acımıyorum sana!" diye çıkıştı.
Soobin, gözlerini kaçırarak, "O zaman daha fazla soru sorma. Kahvemizi sessizce içelim ve gidelim," dedi. Sesi sakin, ama altında derin bir gerginlik yatıyordu.
Yeonjun’un içi kıpırdanmaya başladı. Yardım eli uzatmak acımak mıydı? Kimsenin bu durumda olmasını istemiyordu. "Arkadaşlarından ve ailenden madde kullandığını nasıl saklayacaksın?" diye sordu, sesi şimdi daha alçak ama vurucu bir tondaydı.
Soobin’in sabrı taşmıştı. "Sana ne lan, arkadaşım mısın sanki? Şu ana kadar nasıl sakladıysam öyle devam edeceğim. Kimsin de bunu sorguluyorsun?" diye patladı, sesi yükselmişti.
Yeonjun ellerini masaya vurdu, çevredeki birkaç kişi onları izlemeye başlamıştı. "Bağırma bana. Kendine gel, Choi Soobin. Mijun’a uyuşturucu için çalışarak nereye kadar gideceksin?" diye sorarken, sesi sakin ama tehditkardı.
Soobin, titreyen dudaklarıyla dinledi onu. Karşısındaki çocuğun sözleri bittiğinde tek düşündüğü şey buradan çekip gitmekti. Bu konuşmanın bir sonu yoktu.
"Kendine zarar veriyorsun, biliyorum. Seni tehdit ediyorlar. Sevdiğin çocukla tehdit ediyorlar. Bırak da seni bu bataklıktan çıkarayım," dedi Yeonjun, yavaşça.
Bu son sözler, Soobin’in sabrını tamamen tüketmişti. Öfkeyle yerinden kalktı, elindeki kahve fincanını masadan alıp sert bir hareketle yere fırlattı. Fincan parçalanırken ayağa kalktı, gözleri ateş gibi parlıyordu.
"Senden yardım isteyen mi var? Burnunu her şeye sokmak zorunda mısın? Nesin sen, Peter Pan mı? Beni kurtaracakmışsın! Hiçbir şey istemiyorum, anladın mı?" diye bağırdı, sesi cafede yankılanıyordu.
Bir anlık sessizlik oldu. Cafedeki herkesin bakışları üzerlerindeydi. Yeonjun’un içi ağır bir taş gibi karardı. Gözlerini dolmaması için sıkıca kapadı, derin bir nefes aldı. Soobin, herkesin bakışlarının rahatsızlığını hissederek hızla cafeden çıkmaya yöneldi.
Yeonjun, böyle bir tepki beklemişti belki, ama bu kadar şiddetli olmasını asla tahmin etmemişti. Kendi kendine, "Onu suçlayamam," diye düşündü. Madde bağımlılığı Soobin’i dengesiz ve agresif birine dönüştürmüştü.
Hesabı ödemek için kasaya doğru ilerlediğinde, kasiyerin yüzüne bakmamaya çalıştı. Tek isteği, buradan hızlıca çıkmak ve bir daha geri dönmemekti. Sevdiği cafe, artık zehirli bir anıya dönüşmüştü.
Soobin, dışarıya adımını attığında içini keskin bir serinlik kapladı. Hızlı adımlarla yürümeye başladı, kafası karışık, zihni doluydu. Elleri hâlâ titriyordu. Kalbi göğsünde hızla çarpıyor, adımlarıyla birlikte ritim tutuyordu sanki. Caddeden aşağı doğru ilerlerken etrafındaki her şey bulanık görünüyordu. Kafasında yankılanan tek şey, Yeonjun’un son sözleriydi: "Seni tehdit ediyorlar."
O an kendini bir köşeye bıraktı. Sırtını soğuk bir duvara yasladı, derin bir nefes aldı ama içindeki ağırlık hafiflemedi. Cebinden çıkardığı sigarayı titreyen elleriyle yakmaya çalıştı. Alev alırken, zihnindeki kargaşa bir anlığına durdu. Sigara dumanı ciğerlerine dolarken gözlerini kapattı, dünyanın geri kalanından kısa süreliğine de olsa kaçmayı başardı. Ama bir gerçek vardı ki, nereye kaçarsa kaçsın, bu bataklıktan kurtulması imkânsız gibi görünüyordu.