"Benimle alakası yok. Ne soracaksan, kime çatacaksan muhatabın ben değilim Alaz Soysalan. Git başka çöplükte aran belanı."
"Seni de çöplüğünü de gözümü kırpmadan yakarım. Ayağını denk al, bir daha uyarmam, soru da sormam."
Alaz işaret parmağını havada sallayıp uyarısını yaparken karşısında ki adam hiç etkilenmişe benzemiyordu. Aksine geniş, alaylı bir gülümseme vardı yüzünde. Bunu farkeden Alaz, daha da sinirlenmiş ve elini beline attığı an etrafında beliren silahlı adamları aldırmadan, tabancasını çıkarıp adamın çenesine dayamıştı. Kendisine sıkamayacaklarından emindi. Geri döndüğünü bilmeseler de Alaz'ın başına bir şey geldiği taktirde Serhan Soysalan'ın onları yaşatmayacağını biliyordu hepsi. Bütün işlerini küçük oğlunun üzerine yıkıp ülkeyi terk etmişti adam fakat gözü kulağı hep ondaydı. Her ne kadar oğlu aksini görüyor ve biliyor olsa da Alaz'ın ipleri eline alıp güçlenmesi, Serhan'ın gururlanmasına sebep oluyordu. Kendisinden sonra oğluna kalacaktı her şey ve şimdiden buna hazır olması gerekti.
Alaz'ın silahı çekmesiyle gerilen Hakan, bir adım geri gitti. Alaz ona geçit vermeden üstüne yürüyecekti ki ısrarla çalan telefonunu açmak için geride durdu. Asi arıyordu, daha konuşalı çok uzun süre geçmiş sayılmazdı o yüzden araması korkutmuştu Alaz'ı. Arkasına bir kez bile dönüp bakmadan hızlı adımlarla depodan bozma yerden çıktı.
"Efendim Çağla?"
"Yaman eve geldi, yüzü yara bere içinde. Ne oldu diyorum, anlatmıyor."
"Sen de çareyi bana sormakta mı buldun gerçekten?"
Çağla sinirle telefonun mikrofonunu doğru üfleyince yüzünü buruşturup telefonu kendinden uzaklaştırdı genç adam.
"Her gün yüzü gözü kan revan gelen de bendim zaten, ben bilmeliydim değil mi?"
"Bir bok bildiğim yok benim, bu yaştan sonra çocuk gibi bakıcılık da yapmıyorum abime fındık beyinli."
"Alaz!"
"Geliyorum Çağla, sal beni."
Tam aramayı sonlandıracakke arkadan bir gümbürtü ardından da çığlık sesleri gelmişti.
"Ece!"
Asi'nin çığlık çığlığa yardım istemesini duyan Alaz, ne olduğu hakkındaki sorularına cevap alamayınca aceleyle arabaya atlamış ve gidebileceği en hızlı şekilde malikaneye varmıştı.
Kapıdan girdiğinde Ece'yi odasında değil salondaki koltukta kolunda serumla görmeyi beklemiyordu. Yaman'ı görünce korkup fenalaştığını düşünmüştü ancak Ece'nin tam yanındaki berjere kurulmuş olan Serhan Soysalan, onun fikirlerinde yanıldığını anlamasına yenmişti.
"Birden babamı karşısında görünce korkmuş, kalbi sıkışmış. Bayılınca yukarı götürmektense acil bir şey olur diye burda yatıralım dedik."
Yaman'ın açıklamasını can kulağıyla dinlemiş, ardındansa yüzüne bakmayıp ortamdan uzaklaşmak için odasına doğru ilerlemişti Alaz.
"Nereye kardeşim?"
Kardeşin kadar kafana taş düşsün dememek için yanağını ısırdı Alaz. Didişmenin yeri ve sırası değildi.
"Doktoruyla konuşacağım. Hani ebeveynlerin yapması gereken bir eylem falan."
Annesinin evde olmayışı ve babasının öylece oturuyor oluşu sinirlerini bozuyordu. Ece'ye annelik de babalık da yapan kendisiydi.
Telefonla konuşmak için onlardan uzaklaştı ve mutfağa girdi. Peşinden gelen Asi'yi görmemişti, görse de "Git." diyemeyecek kadar kafası yoğundu. Tek derdi babasının yanında olmadığı bir yerde konuşmaktı. Onu gördükçe bağırıp çağırma isteğiyle dolup taşıyordu. "Senin yüzünden biz bu haldeyiz, darmadağınız!" demek istiyordu fakat sırası değildi. Her şeyin bir zamanı vardı, bu tartışmalar Ece'nin yanında yapılmamalıydı, onun hassas kalbini bir de bu konularla yormamalılardı.