Monster-Ely Eira
Boynumda bir nefes hissettim. Hızlı bir şekilde arkamı dönüp boğazını yaracakken durdum. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Kılıcıma dikkatlice baktığında Bir kaç adım geriledi. "Agnes." nefesi titriyordu. "Sen yapmadın değil mi?" üzerimdeki kanı görmüştü. Yalan atmak için çok geçti. Gözlerimi devirdim. Niye bekliyordum ki. O sefere çıkmış olan aile dostumuzdu. Tek seferde kalbine kılıcı sapladım. Üzerime biraz kan sıçrasa da sorun değildi. Şimdi tek yapmam gereken cesetlerden kurtulmaktı. Cesetle dolu odayı ateşe verdim. Başka diyarlardan gelen ipek perdelere gözlerimi gezdirdim. Hepsi tertemiz ve bembeyazdı. Yazık olmuştu. Artık külden farksızlardı. Oda daha fazla alevlenmeden pencereden aşağı atladım. Çatıya inmiştim . Peçemi ve başlığımı örterek gizlendim. Ardından önceden hazırladığım ipe tutunarak aşağı indim. Arka bahçeye gelmiştim.
Bahçenin duvarlarına tırmandım. Ayağım dışarı değdiğinde görkemli saraya baktım. Başarmıştım. Dışarı çıkmıştım. Tekrardan doğmuştum. O iyilik meleği aileden bir canavar doğmuştu. Kendi ailesini öldüren bir canavar. Ben canavarın ta kendisiydim. Ağzım kulaklarımı buldu. Mutluydum. Ailemden kurtulduğuma mutluydum. Şimdi bu krallıktan sonsuza dek ayrılmam gerekiyordu. Yoksa teyzem bunun hesabını bana soracaktı. Belki zindanı bile olmayan krallığa benim için zindan yaptırabilirdi. Bahçenin dışına siyah bir at bağlamıştım. Gözleri bile simsiyahtı. Ata bindiğim gibi onu hızlıca patikaya sürdüm. Kestirme yollardan gitmem gerekiyordu fakat ben daha önce krallıktan dışarı çıkmamıştım bile. Ailem diğer iki krallığın çok tehlikeli olduğunu söylerdi. Hatta saraydan bile çıkarmazlardı. Şimdiyse izin almama gerek yok. Çünkü onlar yoktu. Ama bana küçükken anlattıkları korkmama sebep oldu. Çünkü gece tek başıma ormanda at süren savunmasız bir kızdan farksızdım. Kılıcın kabzasına dokunarak kendimi rahatlattım. Her şey istediğim gibi ilerliyordu. Öncelikle şu iyilik dolu Florarine krallığından defolup gitmem gerekiyordu. Tabii ki de hemen düşmanımız olan şarlatanların, savaşçıları, kelle uçuranların, her türlü kötülüğün bulunduğu Victorius krallığına gidemezdim. Orada beni çiğ çiğ yerlerdi. İlk olarak tam ortamızda bulunan Gloria krallığına gidecektim. Sabaha kadar orada olmalıydım. Orada bir süre kalacak kendimi diyarın en kötüsü yapacaktım. Daha on dokuz yaşındaydım. Tecrübem yoktu. Kötü değildim. Şarlatan değildim. Muhafız değildim. İyi değildim. Ben canavardım.Victorius krallığı kötülüğün ta kendisiydi. Hatta bazı efsaneler krallığı şeytanın kurduğunu söylüyordu. Florarine krallığını ise meleğin kurduğunu. Yaklaşık bir asır önce sadece Victorius ve Florarine krallığı varmış fakat farklı iyilik ve kötülük olarak simgelenmeden önce. Her zaman kavga içindelermiş. Melek kavga istemiyor, şeytan ısrar ediyormuş. O zaman iyilik ve kötülük oluşmuş ve aralarında büyük bir savaş çıkmış. Üç yıl süren savaşın sonunda krallıklar baştan kurulmuş. Kötüler ve iyiler iki krallığa ayrılmış. Peki ikisini de istemeyenler? Florarine ve Victorius'un sınırı yok etmişler. Sınır Gloria krallığı. Gloria krallığı her zaman nötrdür. Belli bir seçimi yoktur. İki krallıkla da iyi anlaşır. Böyle olunca da çok göç alan bir krallık olmuştur.
O an ben bir ilki yaptığımı fark ettim. Bir asır içinde Florarine krallığında kimse öldürülmemişti. Özellikle de kraliyet ailesinde. Ben az önce yüz yıllık bir kuralı bozarak Kraliçenin kardeşini öldürmüşüm. Hem de yardım almadan. Çıplak ellerimle. Belki de yıllarca beni arıyacaklardı. Ben diyarı ele geçirdiğimde her şeyi anlayacaklardı.
Florarine'de bu yaşıma kadar tüm okullara katlanmak zorunda kalmıştım. Krallıkta ki okulda yaşadığımız diyar, tarihimiz ve her zaman iyi olmamız, nazik olmamız, görgülü olmamız öğretiliyordu. Asla gerçek dünyayı, savaşı ve ölümü anlatmıyorlardı. Ben her şeyi küçükken ailemden gizli gittiğim kütüphanedeki tarih kitaplarından öğrenmiştim. Hiç bir zaman içimden iyilik gelmemişti. İyilik aptallıktır. Kötülük zarafettir. Hep böyle düşünmüştüm. İçimdeki öldürme duygusu hiç gitmemişti. Aileme çekmediğim kesindi. Ben aptal değildim gerçekçiydim.