zaman olmayacak şeyler çıkarır karşımıza. beklenmedik bir anda, düşünülmeyen ihtimallerde. gözümüzün önünden kayar tüm yaşamımız, benliğimiz. acı ile terk ediliriz hayat tarafından.
dört saat kırk iki dakika. güneş doğmak üzere, gözüme bir damla uyku girmedi; geceyi sabah ettim. zaman hızla aktı lakin bir saniyenin bir saate denk geldiği uzun bekleyiş gecesiydi. nasıl mıyım? bilmiyorum, zihnim ve bedenim işlevini yitirmiş vaziyette. kolumu kaldıramıyorum, ayaklarım yere çivilenmiş durumda. görmüyor, duymuyor, en ufak sızıyı hissetmiyorum. acıdan kıvranıyor muyum yoksa bedenim acıya dayanıklı hâle mi geldi, bilmiyorum. düşüncelerim zihnime yayılan bir zehir. kurtulmaya çalıştıkça dibe batıyorum. ölüyor olmalıyım, belki de çoktan öldüm. sahi ölüm neydi? beyindeki kalp ve solunum fonksiyonlarının durmasıyla diğer organ ve dokuların işlevini kaybetmesi, yarım saat içerisinde tüm sistemin kapanması, yirmi dört saat sonra cesedin çürümeye başlaması mıydı? ölüm bir cümleyle özetlenecek bir şey değilmiş. ölüm; iliklerine kadar hissettiğin acıyı hissetmemek, binlerce kişi arasındayken görünmemekmiş. dünyanın ağırlığı omuzlarındayken tüy kadar hafif olmakmış. göğsüne defalarca saplanan bıçağın izi, kafaya dayalı olan silahın soğukluğuymuş. acı, keder, mutluluk, sevinç, korku, ve hüzün duygularının yarattığı karmaşaymış. ölmek için ruhun bedenden ayrılması gerekmiyormuş. ruhsal ölüm de ebediyete gidiyormuş meğer. bu uzun bekleyiş gecesi bana bunu öğretti, gidişin bana ölümü getirdi. ölümüm senin ellerinden olmamalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
acı ile yoğrulmak
Short Storydibi olmayan kuyuya düşmek, çıkışı olmayan kapı aramak.