Madalyonun Diğer Yüzü

35 7 29
                                    

6 Mart 2036

Soğuk ve kapalı bir sabah... Her yere bombaların atıldığı, silah seslerinin kulağıma neşe kattığı, ölüm çığlıkların yeri göğü inlettiği işte her zaman beklemiş olduğum rüyalarımda ki güzelliğin vücut bulmuş hali olan o sabah!..

Hayatımın bu en güzel gününü yaşamanın verdiği hazzı midemde sindirmeye çalışıyordum... Nihayet 3.dünya savaşı başlamıştı ve biz karşı tarafa göre oldukça güçlü durumdaydık.

Karşı taraf Türkiye, Rusya, Japonya, Almanya, Filistin ve pek çok Müslüman ülkeden ibaret bir avuç geri zekâlıdan oluşmaktaydı...

Bizi destekleyen devletler ise Amerika, İsrail, Çin, Kuzey Kore, Fransa, İspanya, Portekiz, İtalya ve Yunanistandı. Her türlü kazanacağımızın belli olduğu bir savaşın içerisindeydik...

Midemde hissetmiş olduğum haz ayaklarıma vuruyor ve kafamın derinlerinde çalan kemanın insanda o acı veren, tüylerini diken diken ettiren sesiyle beraber bu geminin içerisinde çenemi hafif yukarı kaldırmış, ayaklarımın ucundayken bir sağ, bir sola doğru yavaş ve kendinden emin adımlarla dans ediyor, kendi suratıma bir "gülümseyen surat" çizip düşmanlarımla kendi iç dünyamda dalga geçiyordum...

Göğüsüm dimdik, omuzlarım yukarıdaydı ve şimdiden zafer dansını yaparak "delilik manifestosu" olarak tabir ettiğim bana ait bildiriyi nasıl yayınlayacağımı kafamda kuruyordum...

Bu hayata biraz renk vermenin vakti gelmişti, hayatta her türlü yaşamayı hak etmeyen mahluk nefes alabilmekte ve benim oksijenimi tüketmekteydi. Buna izin vermeyecektim... Bir gün hepsi bana secde edecek ve bana dua edeceklerdi...

Herkes benim kulum olup istediği şeyleri ancak benden dileyeceklerdi... Tek din benim dinim olacaktı... İnsanlar gerçek yapması gerekenleri benden öğreneceklerdi...

Bu ve benzeri her zaman ki düşüncelerimin içerisindeyken pantolonumun cebinden çıkardığım küçük aynamla kendi büyüklüğüme bakıp, önümde eğilerek dansımı bitirdim. Eğilmemle beraber önüme doğru düşen hafif uzun saçlarımı arkaya doğru atıp sallandırdıktan sonra askerlerimden bir tanesine:

"Durum nedir?"

diyerek soru sordum. Bana:

"Almanya, Rusya, Türkiye, Japonya ve Filistin de ki açılan pek çok cephede karşı taraftan çok daha üstünüz, savaşı biz kazanıyoruz!.."

diye cevap verdi...

Her ne kadar bunlar çok güzel sözler olsa da bir anda bu cevabını duyunca dünyam başıma yıkılmıştı... O kadar sinirlenmiştim ki verdiği haberin güzelliğinin hazzını dahi kendi içimde yaşayamamıştım...

Yüzüm aşırı buruşmuş olacak ki asker korkmaya başlamıştı ve:

"Efendim, bir kabahat mi işledim?.."

diyerek titreyerek bana soru sormuştu...

Eğer hemen yanı başımda bir tüfek veya sert bir madde olsaydı kafasına onu geçirecektim ancak "Yücelik bu kez de bende kalsın." diye düşünüp ona:

"Sana benimle aynı ortamda nefes alma şerefini dahi vermişken birde üstüne ne oluyorsun da bana karşı "EFENDİM" demeden hitap da bulunabiliyorsun!.."

diyerek kendisini tuttuğum gibi geminin en köşesine fırlatıp,

"Bir daha bana karşı söz söylerken "EFENDİM" demeden cümleni bitirme..."

...

"Şimdi defol git!.."

diye kalın ve sinirlenince çok daha canavarlaşan o sesimle bağırarak narin ses tellerimi bu vasıfsız için zorlayarak israf etmiştim...

O asker ise söylediğim söze karşılık titreye titreye sadece, "peki efendim..." diyebilmiş sonra da hemen kalkıp başını öne eğerek benden uzaklaşmıştı...

Uzaklaştığı esnada açık yeşil pantolonunda oluşan ıslaklığı fark etmiştim. Yanımda bulunan bir diğer askere:

"Şu salağa yeni pantolon verin."

dedikten sonra öfkemi dindirmek adına bu savaşı kazandıktan ve herşey hallonulduktan sonra yayınlamayı düşünmüş olduğum "kötülük manifestomu" yeniden hayal etmeye başlamıştım...

Tam bu sırada yine kulağımı bir başka asker rahatsız etmiş ve bana:

"Efendim, hedefe yeterince yaklaştık..."

demişti... Bende karşılık olarak:

"Söyleyin hazırlansınlar..."

diyerek emir buyurdum... Zaten hazır olduklarını, emrimi beklediklerini söylediğinde ise:

"Atlasınlar!" demekle yetinmiş ve içimden:

"Oyunun sonuna yaklaşıyoruz Anima..." diye kendi adımı geçirmiştim...

...

Biraz vakit geçtikten sonra da askerlerim emrimle beraber az gerimizde ki olan uçaktan atlamışlardı... Artık kafamda ki planı uygulayabilirdim lakin yine de bir düşünmek istiyordum...

"Acaba tüm bunlar gerçekten gerekli miydi?.."

derken az önümde duran telefon çalmaya başlamıştı...

İşte yine "o" arıyordu... Ne zaman planlarımın gerçekten gerekli olup olmadığını düşünsem veya ikilemlerde kalsam neredeyse benimki kadar kalın olan o sesiyle kalbimin en derinliklerine doğru fısıldıyordu...

Kendisini daha önce hiç görmemiş sadece sesini duyabilmiştim... İsmini ise onca ısrarıma rağmen ancak söylemiş ve kendisini "Diablo" olarak bana tanıtmıştı.

Telefonu, koltuğuma oturarak "acaba bu kez bana ne tavsiye verecek?" diye meraklı gözlerle açtım ve açar açmaz bana o kalın sesiyle beraber:

"Yap şunu!.."

dedi ve ardından sesini kesti... Telefonu kapatıp yerine koyduğumda başımı öne hafif eğip arkamda ki görevli askerime dönerek,

"Vakit geldi..."

dedim...

"Peki efendim, ancak onca askerimiz..."

dediğindeyse sözünü bölmüştüm... Kafamın içinde çalan keman sesleri daha da hızlanmış şekilde yeniden çalıyordu ve bedenimde ki her yer yeniden titremeye başlamıştı...

Oturduğum yerden ayağa kalktım. Üzerimde ki üniformamı çıkarmış ve kafamı bir sağ birde sol yaparak kıtlatıp en ciddi halimi takınarak:

"Arkada ki askerler seçimlerde benim başa geçmemi istememişlerdi..."

dedim... Ardından ise bir sessizlik olmuştu...

...

Bu sessizlik odaya hâkimken zombi filmlerinden çıkarcasına bir şekilde kollarımı arkaya doğru atarak gerindim ve ardından:

"Aşağıdakilerin yaşayacakları ise onları seyrederken ki alacağım zevke göre küçük bir bedel..."

diyerek cevap verdim...

Askerimin yüzünde ki tebessüm kaybolmuş yerini dehşet ifadesi almıştı... Lakin çaresiz olarak arkasında ki bulunan görevlilere dönerek:

...

"Çar bombalarını bırakın!" dedi...

İşte asıl eğlence şimdi başlamaktaydı...

Yalnız AskerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin