-Star-
Saat 3:00 ve ben hala ayaktayım. Uyumak bana zehir gibi geliyor. Sanki vücudumun tamamını ele geçiriyor. Kontrolü eline alıyor, bir daha bırakmamak üzere. Sadece o beni iyileştirebilir gibi geliyor bazen. Sadece onun kollarında sarmalanmış şekilde uyuyabilirim gibi geliyor. Benim için o bir lale tarlası. O lale tarlası kale duvarları içinde olsa da güzel kokusu kale kapısından geçerken burnuma kadar ulaşıyor. Bazen ona dokunmak istiyorum. Onun tatlı kokusunu içime çekmek sadece onu görmek istiyorum. İşte, geceyi bu yüzden sevmiyorum. Güneş benim en yakın arkadaşım çünkü Lale tarlama ışık ve can katıyor. Gece ise onu pusturuyor. Yapraklarını kapatıyor. Koruma altına alıyor. Ona ulaşamıyorum. Onu her zaman görüyorum. Rüyamda. Evinde. Penceresinden gizlice kaçmaya çalışırken. Onu izlemek benim içimde tekrar ve tekrar kelebekler uçuşturuyor. Onu düşünürken güneş çoktan doğmuş onu görmemi sağlayacak konuma geliyordu. Sabah uyanıp yapraklarını açmasını bekliyorum penceremden ona bakıp. İşte o zaman gün benim içinde başlıyor. Ailem sabah uyurken okul için koşup çıkıyorum genelde. Okula vardığımda bazen onunla karşılaşıyorum. Luke Anderson. O sarı saçları ile etrafa ve bana ışık saçıyor. Okulun basketbol takımında olduğu için basketboldan anlamasam bile onu izlemeye gidiyorum. Çok iyi resim çizebilen biri olmasam da onu özellikle basketbol oynarken çizmeye bayılıyorum. Beni görmese de hatta belki de karşı komşusu olduğumu bile bilmiyor olsa da ben bilmiyorum. O benim tatlı bağımlılığım. Tıpkı bir çilek kadar kırmızı yanaklarının arkasında gizlenen gamzesi ortaya çıktığında o kadar tatlı oluyor ki bunu benden başka kimse anlamıyor ama.
Annemin sesi kulaklarımda küçük bir konser verdikten sonra yataktan düşüp uyanıyorum. '' Prenses bilmem farkında mısın ama okula geç kalıyorsun''. ''Ne bunların hepsi bir rüya mıy-''
Servise koşarak yetişmem yetmiyormuş gibi koltuktaki herkesin bana bakıp dalga geçmesi yetmiyormuş gibi dağılmış saçlarımı okula gidene kadar düzeltmeye çabalıyorum ama OLMUYOR. Her zaman ki gibi koşarak yetiştiğim derslerden biri olan( Ve hiç sevmediğim ders) olan kimya laboratuvara da koşarak girince kaygan yere yapışmam saniyemi almıyor. İşte o sırada ''Canın acımış olmalı yardım etmemi ister misin''? ''Eeee teşek- teşşekürler'' Kızaran yanaklarımı sanki çarpmışım gibi tutarak sırama geçmekten başka çarem kalmıyor. Yanımda genelde bir çanta olmasa da bu sefer siyah bir çanta beni karşılıyor. ''Bir dakika. Bu Çanta...'' ''Senin sıran olduğunu bilmiyordum istersen başka yere geçebilirim''. Luke Anderson NEDEN YANIMDA!!!! Ellerimin içi terlemeye başlayınca kısık bir sesle ''Sorun değil oturabilirsin''. ''Saol bu arada adın neydi seni daha önce görmedim''?
Ne? nasıl? daha önce beni hiç görmedi mi?
-Görmüştür -Salak görmemiş işte neden gördüğünü düşündün ki bize mi bakacaktı he? -Böyle kötü düşünme Star iç sesindeki şeytan sana hiçbir şekilde yardım edemez sakin ol ve ona adını söyle hadi...
''Star''
''Star... Oh hatırladım sen karşı komşumuzsun selam!''
-Beni tanıyor -Tabii ki tanıyor salak
''Evet ben oyum Star normal Star''. Beni tanıması şaşırtmamış gibi gelse de ağzımın açılmaması için bütün kaslarımı sıkmak zorunda kalmıştım.Derste her ne kadar konuşmayı sevmesem de kimya derslerinde genelleme de konuşmamız gerekiyordu. Deneylerin nasıl yapılacağını takım arkadaşlarımıza danışarak yani aslında yanımızda oturan insana danışarak yapıyorduk. Luke Her ne kadar cana yakın ve sohbeti iyi olan bir insan olsa da 10'a çıkart karşı olan duygularım benim onunla konuşmamı engelliyordu. Daha doğrusu onun bilmediği ama benim 10'a çıkart karşı beslediğim duygular. Ders bitiminde Luke çantasını alıp dışarı çıktığında sadece bu derste olanları düşündüm. Yıl sonu proje ödevi için numaramı almıştı. Acaba bana yazar mıydı, yoksa sadece proje için yazdığı bilim olacaktım işte o konuda emin değildim. Öğle arasında genellikle yalnız otururdum. Çantamdan en sevdiğim kitabı çıkarır onu okurdum. Romantik kitapları okumayı daha çok severdim çünkü kendi yaşayamayacağım hikayeleri okumak bana mutluluk ve huzur getirdi. O kitaplardaki karakterleri kendi yerine koyar hayaller kurardım. Ben sadece normal bir hayatı olan normal bir kızdım. Okuldaki diğer kızlar gibi partiden partiye koşan bütün erkekleri tavlamak için elinden gelen her şeyi yapan bir kız asla olamayacaktım. Olamadım da Ama bazen bunların değişeceğine dair umudum hiç bitmiyordu. Bir gün benim de onlardan farkım olmayacağını okuldaki herkesin beni tanıyacağını ve herkesin beni seveceğine dair duygularım oluyordu. Resim yeteneğim çok iyi olmasa da konservatuar istiyordum. Belki o zaman okulun yakışıklı erkeği değil de gerçekten benimle aynı şeyi uğraşmayı seven birini bulabilirdim. Belki, gerçek aşkı üniversitede bulabilirdim. Hayatımı sadece Luke'a bağlamak biliyorum yanlıştı ama sanki onunla gerçekten yakın ulaşabileceğine dair umut vardı içimde. Liseli aşıklar gibi kafelerde veya bowling salonlarında oyun oynamaya gidip ondan sonra sinema izlemeye giden çiftler gibi olurduk. Evde sinema günleri yapar dışarıda piknik yapmaya giderdik. Ama o kimya dersinden sonra bunların asla olmayacağına dair kesin bir karara varabilmiştim. Çünkü Luke hiçbir zaman erişilemeyecek olan o lale tarlasıydı. O kapıları kimin açabileceğini bilmiyordum ama bildiğim tek bir şey vardı. O da benim asla o kapının ucundan bile geçemeyeceğim di. Onu hayallerimde süslemek her zaman daha tatlı ve daha güvenli olacaktı. Onun resimlerini çizmek ve onu günlüğüme sanki bir hayali bir kahramanmış gibi yazmak her zaman daha güvenli ve daha tatlı olacaktı. Benim için o sadece okuldan bir arkadaşımdı. Sadece bir aydı. Ama benim ayımdı. Sanki ben onun yanında en fazla ışık veren yıldızdım. Ne yazık ki benim önümü kapayan o kadar fazla küçük yıldız vardı ki hiçbir zaman o büyük yıldızı göremeyecekti. Çünkü o büyük yıldız hiçbir zaman görünmek için uğraşmayacaktı. Her zaman pısırık ve utangaç bir yıldız olarak hayatını sona erdirecekti. Hiçbir zaman ona ulaşamayacaktı. Bu sefer de okulun zili ile uyanmıştım. Kimya dersinden sonra anladığım kadarıyla uyuyakalmış ve bütün öğle arasını uyuyarak geçirmiştim. Bu yüzden hem karnım çok açtı hem de bu düşündüğüm şeylerin rüya olmadığına o kadar inanmıştım ki. Gerçekten şaka gibiydi. Çantamdan telefonumu çıkardım ve kişilere girdim. Alfabetik sıraya göre L harfine indiğimde gerçekten de oradaydı. Luke Anderson. Gerçek olmayacak kadar güzeldi. Bu kırık dökük telefonda önemli olan tek şey artık oradaydı. Benim için olması gereken yerdeydi. Bunları düşünmeye vaktimin olmadığını anlayıp koşarak bahçeye gittim. Beden hocası Mr. Longwell çoktan öğrencilere sıraya dizmiş bağırmaya başlamıştı bile.'' Eğitim hayatımda bu kadar ahlaksız öğrencilerle karşı karşıya gelmemiştim, vurdum duymaz, umursamaz öğrenciler kadar sevmediğim hiçbir şey yoktur''. Bu adamın gereksiz konuşmaları bütün sınıfın canını sıksa da öğretmen olduğu için katlanmak zorundaydık. Sonuçta o bir öğretmendi ve biz de öğrenciydik. Bütün bağrışmalar sona erdikten sonra bizi dağıttı ve ben de gidip banka oturdum. Çantamdan kitabımı ve öğle yemeğimi çıkarıp yemeğini yemeye başladım. Dünyanın en şanssız insanı olduğum için tabii ki benim alnıma top çarpacaktı. Tabi ki atan kişide Luke' dan başkası olmayacaktı. Kaşımın yarıldığını geçmiş yemeğimin döküldüğüne ağlamaya başlamıştım. O sıra Luke yanıma gelip bana buz uzattı.'' Gerçekten çok özür dilerim bilerek olmadı''. (Hiçbir zaman bilerek olmaz zaten.) Bilerek olmadığına inanmıştım ama çünkü az çok tanıdığım Luke böyle bir şey yapacak biri değildi. Benim tanıdığım Luke daha nazik ve cömert bir insandı. Evine giderken marketten kedi ve köpek maması alıp sokaktaki hayvanları besleyen bir insandı. Bunların hiçbirini bilmediğimi düşünse de biliyordum. O sırada zil çaldı. Herkes çantasını toparlayıp çıktığında bende çantamı toparlayıp arkamı döndüm ve karşımdaydı. '' Kafana top fırlattığım için bunu telafi edebilecek bir öneri sunabilir miyim acaba''?'' Emin ol hiçbir şey yapmana gerek yok bundan insanların başına gelebilecek şeyler dert etme görüşürüz''.
''Eeee görüşürüz...''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Küçük Kaçamaklar
RomanceO aşılmaz duvarların arkasında idi. Sadece sesi vardı. Beni saran o vanilya kokusunu içime çekmek isterken onun daha adımı bile bilmediğini öğrenmek kadar acı bir duygu olamazdı bu hayatta benim için. Ben onu duyardım ama o beni duyamazdı. Çünkü o k...