Karnına yediği dördüncü tekmeyle öksürdü. Etrafında toplanan birkaç kişinin dedikleri kulaklarına uğultuyla doluyordu. Gözleri bir kısılıp bir açılırken uzaktan onlara doğru koşan köpeği bulanık bir görüntüden sonra seçebildi. Havlayışı daha net geliyordu her şeyden.Başındaki serseriler dağıldı. Sevimli dostu yanına ulaştığında kabarık kuyruğu ahenkle süzüldü ve yumuşak dili yüzündeki kanları önemsemeden yanağına sürtündü.
O da önemsemedi halini. Zorlukla doğrulup elmacık kemiklerini ağrıtan türden gülümsedi. Dudağının kenarı fena sızlıyordu. Ve geri kalan tüm bedeni. Arthur'un sıcak tüylerini okşayıp yanağını öptükten sonra kenarda duran hırpalanmış çantayı çaprazlamasına taktı.
Yalpalayarak sokakları ilerledi. Eve vardığında kendini eski koltuğa bıraktı. Ağrıları nüksederken birkaç dakikalık bir soluklanışın ardından yine savsak adımlarla banyoya ilerledi. Güneşin güçsüz kızılllılları karanlık koridoru az biraz aydınlatırken duvardaki gölgesine baktı. Işığı açmadan tişörtünü tepesinden sıyırdı. Neredeyse gölgesinde beyan olacaktı morlukları. Kafasını eğip öylece soğuk ürpertinin sırtına vurup sızlamasını dinledi.
Saçlarının önleri kızıllığın ışığıyla parlarken aşağı sarkıyordu. Ani bir öğürme isteğiyle bu sanatsal görüntüyü bozup lavoboya eğildi. Ağzından boşalan bir miktar kana yüzünü buruşturarak baktı. Gittikçe çöküyordu sanki. Elini yüzünü yıkayı saçlarını geri taradı. Bedeni iyiden iyiye güçsüz bir hal alırken çıplak sırtı soğuk betona değene kadar bir elini lavoboya tutturarak aşağı kaydı.
Gözlerinden yaşlar firar ederken sessizdi. Arthur açık ahşap kapıdan koşarak geçip sessizce banyonun önünde durdu. Onun sessizliğinin yerine üzücü bir uğultu bıraktı. Kuyruğu arkaya doğru uzanırken oturdu zemine.-------------
Çalan zil sanki tüm duvarlarda yankılanırken siyah converseler parmak uçlarında yükseldi yan taraftaki yatay camdan bir şey görebilmek adına. Zile üçüncü basışıydı ve kapının nihayet açılmasını beklerken sırtındaki çantanın kollarını düzeltti sımsıkı tutarak. Kızıl saçlarını dağınık bir örgüyle yanına almıştı.
Arthur sahibinin kucağından doğrulup yataktan atlayarak dilini dışarı sarkıta sarkıta açık kapıdan alçak balkona geçti ve tahta parmaklıklardan kızı izledi. Gür gür havlayıp kendini farkettirdiğinde kızın bakışları ona dönmüştü. Arthur'u görünce emin olmuştu evde olduğundan. Zaten hemen sonrasında kapı açılıvermişti nihayet.
"Günaydın! Öldün sanacaktım tam da." Gözlerini ovuşturan çocuğa aldırmadan içeri süzülüp eski kanepeye kuruldu. Çantasını gelişi güzel kenara fırlatmıştı. Evin nostaljik havası ve kalabalık dekorların yanı sıra eski ama rahat kanepe onun favorisiydi.
"Nerdesin oğlum ya!"
Çocuk gözlerini ovalamaya devam ederken arkadaki tezgahtan eline gelen herhangi bir kupaya kahve doldurdu. Kızın yanına geldiğinde kahveyi ona uzattı.
"Sorma. Siktiri boktan şeyler"
Kahvesinden bir yudum alırken sevimlice gözlerini büyüttü.
"En fazla ne olmuş olabilir ki"
"Atıldım"
Kahveyi püskürtmemek adına epey çaba sarfetti kız.
"Hadi ordan! Gerçekten o göt herifler seni okuldan mı attı?"
Genç ellerini yüzündeki 'ne yapabilirim ki ' ifadesiyle yukarı kaldırdı. Her yanı ağrıyordu.
"Hah! Orada kalman hataydı. Bizim okula geliyorsun"
Burnundan ufak bir sesle güldü kızın dediğine. En başından beri kendi okullarında olmasını teklif ediyordu zaten.
"Ciddiyim Minho! Sana söylemiştim ama tabiki yine beni dinlemedin. Bu kez geleceksin ama değil mi?"
"Bilmiyorum. Bakarız"
"Şu suratının hali ne peki?"
Yayıldığı koltuktan kıza doğru yan bir bakış attı ufakça sırıtıp.
"Çok fena dayak yedim"
"Seni andaval! Gülmeyi kes ya. Çatlağın tekisin"
"Hmm öyleyim galiba"
Kız kendi kendine söylenirken kahvesini içmeye devam ediyordu. Gözlerini onda gezdirip biraz doğruldu oturduğu yerde. Bunu yaparken ağrıyan sırtı yüzünden yüzü buruşmuştu kısa bir anlığına.
"Bu arada saçların hoş olmuş"
"Ha? Her zamanki saçlarım işte nesi hoş olmuş"
"Örmüş müsün napmışsın iki yandan. Hoş olmuş işte"
"Woah, teşekkür ederim oppa"
Ikisi de gülüşürken Arthur pati pati gelip kızın kolları arasında girmiş kendini sevdirme saatinin geldiğinden haberdar etmişti iki genci. Eh kız buna asla hayır demezdi.
O köpeği yoğururken Minho ayaklanıp arkadaki küçük mutfağa ilerledi."Aç mısın? Bir şeyler yiyelim"
"Yok yedim ben. Sen ye bişeyler biraz dolaşalım"
"Yuqi dayak yedim diyorum sence dolaşacak halim var mı?"
Kız gözlerini devirip aynı zamanda köpeği sevdiği için habire değişen yüz ifadeleriyle ona bakmadan söylenmişti.
"Sanki bisikletten düştükten sonra sargılarınla balık tutacağım diye tutturup bizi ormana sokmamışsın gibi."
Minho bir şey demeden anlatılan kişi kendisi değilmiş gibi kendine sandviç hazırlamaya devam etti. Çünkü halim yok falan dese de ikisi de biliyordu birazdan evden çıkacaklarını.
"Hayır bir de balığı nereden tutacaksa"
"Derenin yerini karıştırmışım. Olabilir böyle şeyler"
"Başındaki sargılar bu durumu açıklıyordu zaten"
Kızın dediğine gülüp işini hallettikten sonra bisikletlerine binmiş ve şehrin gürültüsünden uzaklaşmak için her zaman çıktıkları o tepeye sürmüşlerdi.
Minho bağdaş kurmuş ve derin bir nefes çekmişken içine, Yuqi bisikletinin sepetinden aldığı gazozlardan birini çocuğun sırtına hafifçe vurarak kucağına bırakmıştı. Minho bu ufak temasla bile acıyan sırtı için yüzünü buruştursa da bir şey demeden içeceğinden bir yudum aldı.
Arthur etrafta koşturup toprakları koklarken sessizce Yuqi'nin anlattığı tonlarca şeyi dinliyordu.Kız arada bir onu güldürüyor, heyecanla anlatmaya devam ediyordu.
"ve eminim bizim okulda daha rahat edeceksin"
Bir kolunu dizlerine sarmışken gazozunu kafasına dikmeden önce gözlerini büyüterek baktı kıza.
"Şurda sabahtan beri okulda dönen entrikaları anlatıyorsun. Ben kaos sevmiyorum almayayım canım. Okulun canı cehenneme"
_____________