Ben çocukluğumu o yangında yitirmiştim. Ruhsuz bir beden olarak kurtarılmıştım o yangından. Zaman her şeyin ilacı mıdır bilmem ama kişiye ve yaraya bağlı olduğu belliydi. Ruhumuzun yaraları iyileşmezdi. Heleki o yara ta çocukken oluşmuşsa. Çocukluğu yaralı olan kişiler hatıralarını derin bir çukura gömerdi. Zira en ufacık bir anıyla beraber bir kol seni de o çukura çekerdi. Kaybedecek hiç bir şeyim yoktu. Bazen ölümle yaşam arasında bir çizgide yürüdüğümü de söyleye bilirdim. Ama şuan ruhsuz muydum? Mutsuz muydum? Asla. Kendime gelmem uzun sürmüştü doğrudur. Ama hayata tutunmak biz insanların doğasında vardı. Ruhumu, kalbimi dikenli sarmaşıklar sarsa dahi ben burdaydım, canlı kanlı bir şekilde. Güçsuz biri değildim. Oyunu kurallarına göre oynadığım söylenemezdi. Lakin her ne yolla olursa olsun, BEN HAYATTAYDIM. Yaşama küçük ellerimle tutunmuştum. Büyümüştüm. O ellere sahip çıkmıştım. Ben Asena. Babamın savaşçı, güçlü prensesi, annemin gül kokulu minik kızıydım. Şuan ise sadece Asena'ydım.
12 Nisan, 2002. Ordu
21:00Her bir insanın kendi dünyası vardır. Bir kapsulün içinde başlar bu hayat. Yaşam ve ölüm. Bundandır insanların pencerelere bakarak diğer hayatları hayal etmesi. Çünki gariptir. Onun dünyası bu kadardır şu andır. Peki başkaları? Şimdi bir dünyayı ziyaret edeceğiz. Yani ufacık bir çekirdek aileni. Asena'nın minik dünyası. Pencerenin önünde oturmuş, gecenin karanlığında diğer pencerelerin ışıklarını izliyor, kendince evlerin içinde neler ola bileceğini hayal ediyordu. Henüz 5 yaşındaydı. Oldukça geniş bir hayal gücüne sahipti. Asena diğer çocuklar gibi değildi. Yalnızca kendisi, annesi ve babasıyla eğlene biliyordu. Saatlerce şarkılar söyler, bağıra çağıra dans ederdi, resimler çizerdi kendi kendine. Şimdi oturduğu yerden kalkmış küçük adımlarla annesinin odasına ilerliyordu. Kapının kulpunu yavaşça açmış ve içeriye girmişti. Zeliha yatakta oturmuş elindeki fotoğrafı izliyordu. Fotoğrafta sevgilisi, canından bir parçası duruyordu. Fırat Albayrak. Asena ilerleyerek annesinin yanında oturdu ve onun gözyaşını minik elleriyle silmeye çalıştı. "Annem neden ağlıyorsun? Ağlamaa babam gelecek. Bak ben de çook özledim ama ağlamıyorum." dedi. Oysaki yalandı. Asena babasını özlüyordu. Yatmaya gidince sessizce ağlardı annesi duymasın, üzülmesin diye. Zeliha kızının beline kadar uzanan koyu kumral saçlarını eliyle okşadı ve gözyaşlarını sildi. "Yok güzel kızım ağlamıyorum bak geçti. Tabii ki gelecek babamız" dedi Zeliha kızına sarıldı uzunca. Zelihanın babası o küçükken ölmüştü. Fırat onun herşeyiydi. Fırat Zeliha'ya yeri geldiğinde baba olmuştu, yeri geldiğinde abisi, annesi, sevdiği olmuştu. Fırat Zeliha için ailesini karşısına almıştı. Nefret ederdı kayınvalidesi ondan ve kızından. Askerdi Fırat. Zelihayı sevmeye kıyamamıştı. Onun ardından ağladığı aklına gelince bile delirir dururdu. Ama ne Zeliha vazgeçmişti bu sevdadan, ne de Fırat kalbine söz dinlete bilmişti. 3 aydır Fırattan hiç bir haber yoktu. 5 yıldır evliydi Zeliha ve Fırat. Uzun süre görevde olduğu zamanlarda olmuştu elbet Fıratın. Ama Zelihanın kalbi buna alışamamıştı hala. Bir birlerine sarılırken kapının çaldığını duydular. Asena koşarak kapıya ilerledi. Ama Zeliha kızı kadar cesarete sahip deyildi. Korkardı bir gün o kapının ardından kara haber gelir diye. Kızının sevinç dolu çığlıklarını duyar duymaz oda kapıya koştururdu. Asena kapıyı açtı ve karşısında babasını görür görmez hemen küçük bir çığlık atıp kendini babasının kollarına attı. Fırat kızını derince kokladı. Annesine benzeyen uzun koyu kumral saçlarını sevdi elleriyle. Fırat cüsseli, iri adamdı. Kızı asla ona benzemezdi. Yalnızca sert bakışları benzerdi ona. Minik kalbi deliler gibi atıyordu Asenanın. Onun ilk aşkı babasıydı. Tıpkı annesi gibi. Zeliha ayağa kalktı ama ayakları heyecandan bir birine dolanmış, yürüyeyemişti. Aceleci adımlarla duvarlara, kapılara tutunarak ilerlediyi sırada sevdiği adamı kızıyla beraber karşısında gördü. Gözyaşlarını tutamadı Zeliha. Uzunca izledi Fıratı. Bir sorun olup olmadığını anlamak ister gibi. Sonra sarıldı kızına ve sevdiği adama. Elleri Fıratın yüzünün her santiminde gezindi. "Zeliha'm" dedi fısıldayarak Fırat. Her görevden geldiğinde karısını biraz daha zayıflamış görüyordu. Bu görüntü kalbini paramparça ediyordu her seferinde. Üçüde oturma odasına ilerlemiş koltuğa yerleşmiştiler. Fırat her görevden geldiğinde kızına ve biricik eşine minik hediyyeler getirirdi. Elinde tuttuğu kutuyu kucağında oturan kızına verdi. Cebinden çıkardığı bir diğer minik kutuyu ise Zeliha'sına uzatmıştı. Fırat sevgilisinin gözünde gördüğü bu ışığa her gün daha çok sevdalanıyordu. Zeliha kutunun içini açınca yeşil ve siyah iplerden oluşan çok güzel bir bileklikle karşılaşmıştı. Bilekliği kutununun içinden çıkardı ve koluna taktı. Asena ise kutudan çıkardığı broşa hayranlıkla bakıyordu. Bir sarmaşığı andıran bu broş oldukça gösterişli, bir o kadar zarifti. Fırat yavaşça kızının elindeki broşu aldı. "Bu broş bizim ailemizin olsun tamam mı güzel kızım? Gördükçe beni, anneni hatırla. Hep yanında olmaya çalışağız miniğim." dedi kızının ve eşinin alnından öperek. Bir birleriyle uzunca sohbet ettiler. "Eeee uyumak vakti gelmiş küçük hanım" Asenanın uyuması lazımdı çünki Fırat sevgilisini çok özlemişti. Kızıyla yarın hasret giderecekti. O uyurken yanına gelecek, saçlarını koklayacaktı. "Baba ama ben sana doyamadım ki" dedi Asena dolu gözleriyle. Fırat kızının bu hallerine asla dayanamazdı. Zelihaya bırakmıştı bu meseleyi. "Asena baban seni görmeye gelecek gece. Tamam mı? Bak sana söz veriyorum kızım. Hadi şimdi uyu kaç gecedir uykusuzsun." dedi Zeliha ılımlı, naif sesiyle. Asena babasının kucağından inerek her ikisine kocaman birer öpücük bırakmış ve odasına ilerlemişti. Fırat bir süre sonra üzerini değiştirmiş, rahatlamıştı. Her ikisi yan yana uzanmış bir birlerinin ruhunda dinleniyorlardı. Fırat fısıldıyarak konuşmaya başlamıştı. "Zeliha sana bir şey anlatacağım. Garip bir andı benim için." Zeliha dikkatle Fıratı dinleyordu. "O broş vardı ya, getirdiğim. Onu bir eskici dükkanından aldım. Daha doğrusu satın almadım. Yaşlı bir kadın oturuyordu. Beni çağırdı eliyle. Asker olduğumu anlamış. Zorla konuşuyordu zaten. Bana senin bu hayatta değer verdiğin yalnız iki kişi var dedi. İkiside kadın. Birisi daha çok küçük, iyi bak sevdiklerine her şey için geç olmadan. Kızının kalbi kor alevlerle sarmalanacak ömrü boyunca, kor sarmaşıklar bütün ruhunu saracak dedi. Bana o broşu uzattı. Almayacaktım ama anın büyüsüyle beraber bir anda almış oldum işte. Ben asla böyle saçma şeylere kanmam, sevmemde. Ama bir kızımın olduğunu bilmesi, hayatımda yalnızca size yer verdiğimi bilmesi garip hissettirdi." Zelihanın sırtından bir ürperti geçti. Aynı zamanda gözleride dolmuştu. Fırat Zelihanın gözlerine bakınca görmüştü korkuyu. "Bana bakma be gülüm. Öylesine bir şeydi. Saçma sapan bir insan işte. Yaşlı bi kadındı dediğim gibi. Ne söylediğini kendisininde anlamadığına eminim." dedi rahatlatmak için. Sonunda on dakika içerisinde ikiside derin bir uykuya dalmışlardı.
Ölüm. Oysa ne kadar kolay bir kelimeydi bu. Dört harf bir canın son bulması demekti. Adına hayat dediyimiz kapsülün içerisinde yitip giden bir ömür. Belki iki ömür... İnsanoğlunun hırsı asla ama asla sınır tanımazdı. Uyuyordu Albayrak ailesi, evlerinin bahçesinde bir şeytan olduğundan habersiz bir şekilde. Siyahlara bürünmüş bedeninin tamamı yalnızca hırsla yanıp tutuştan bu mahluk elindeki sıvıyı bahçenin her bir tarafına döktü. Güven en büyük yanılgıydı. Elindeki anahtarla kapıyı açmış, elindeki sıvıyı evin içerisine doğru her bir tarafına dökmüştü. Daha sonra kapıyı açarak dışarı çıkmış elindeki çakmakla aleve vermişti her bir yanı daha sonra kapıyı kilitleyerek ayrılmıştı. Kor alevler yavaşça evin içinde ilerlemeye başlamıştı iki katlı bir evdi onların yuvası. Artık o masada asla aile olarak oturamayacaklardı. Zelihanın mutfak için biriktirdiği paraya artık ihtiyaç yoktu. Mutfak ateşlerin içerisinde kalmıştı. Asenanın ruhunun kor sarmaşıklarla sarılmasına az kalmıştı. Dumanlar artık evin her bir yanını kaplamıştı. Fırat ve Zeliha öksürerek uyanmıştı tatlı uykularından. Bir birlerine önce endişeli gözlerle bakmış daha sonra koşar adım merdivenlerden inmeye başlamıştılar her taraf alevler içerisindeydi. Bu an Zeliha "Asena" diye feryat çekti. Dağlar titredi bu haykırışla birlikte. Bu an Fırat kızını kapının ardında gördü. Önlerinde büyük bir tahta parçası vardı. Her yeri alevler kaplamıştı. Zeliha ve Fırat'ın kızlarına ulaşması mümkün değildi. Dolu gözlerle baktı Fırat sevgilsine. Artık her şey için çok geçti. Sadece uyumuşlardı ve hayatları bir uyku ile son bulacaktı. Telefonları yukarda kalmıştı. Fırat Zelihanın elinden tutarak merdivenlerden geri yukarı çıkmış telefonunu almış ve koşarak aşağıya ilerlemişti o sırada itfaiyeyi çağırmıştı. Umut etmek son çareydi. Kızını kor alevlerin arasında kapının yanında gördü. İçinde daha büyük bir yangın kopuyordu. Bağırdı Fırat. "Asena'm kızım çık çık kapıyı aç git benim güçlü kızım anahtar tam yanında bak küçük çekmecenin üzerinde, haydi meleyim. Ağlama sil gözyaşlarını. Benim kızım ağlamaz. Ağlayamaz." Asena minik ellerini gözlerine kapatmış ağlıyordu. Feryat ediyordu. Kalbi dayanamıyordu. Babasının bu haykırışlarına daha fazla dayanamadı gözlerini açtı. Korkudan titreyen bedeniyle dengesini yitirmemek için direniyordu. Alevlerin arasında babasını ve annesini gördü. İkiside gülümsüyordu. Her zaman olduğu gibi el eleydiler. "Gül kokulum. Her şeyim. Seni çok seviyoruz bunu unutma hiç bir zaman. Hep yanında olacağız. Kapıyı yavaşça aç ve git." dedi Zeliha. Gülümsüyorlardı oysa her ikisininde gözyaşları usulca dökülüyordu. Asena son kez ikisine baktı ağladı. Babası 'Çık' diye bağırdı, babası ona ilk kez bağırdı. Son kez bağırdı. Kilidi yavaşça açtı Asena dışarıya attı kendini. İtfaiyeyi aramıştı Fırat ama Ordunun dağlarının arasında gizlenen bu eve ulaşması oldukça zordu. Saat gecenin ikisiydi. Diğer evlerden oldukça uzaktaydı yuvaları. Asenanın küçük bedeni yere yığılmıştı. Durmadan öksürüyor, ağlayışını durduramıyordu. Bir silüet seçti karanlıkların arasından. Bir kol onu sarmaladı ve kucağına aldı. Asena her şeyi hissediyordu ama hiç bir tepki veremiyordu.
Yarım saatin ardından itfaiye gelmiş, yangını söndürmüş, iki el ele tutan ölü bir beden ve bileklik bulmuşlardı. Zeliha ve Fırat dayanamamıştı. Bedenleri yanmış bazı yerlerinde çürük oluşmuştu. Ertesi sabah bütün köy cemeati Fırat Albayrak'ın ölümüyle uyanmıştı. Bir kızlarının olduğunu söylemiştiler görevlilere ama onlar yalnız iki beden bulduklarını söylediler. Muhtemelen bedenin küle dönüştüğünü söylediler.
Oysa Asena yıllarca kurtarıldığı kollara nefret besleyecekti. Asena yıllarca kendinden tiksinecek nefret edecekti. Bir süre sonra ona bir bileklik verilecek, bir kutunun içinde saklayacaktı. Yıllar sonra kendi akrabalarını arayacaktı ama hiç biri asla ona yakınlaşmayacaktı. Sonra büyüyecek çok güzel, güçlü, alımlı bir kadın olacaktı. Bütün nefretini, anılarını bir mezara gömecek, ruhunu kor sarmaşıkların ele geçirmesine karşı koyamayacaktı.☆
Hepinize merhabalar kalplerr. Umarım iyisinizdir. Hayatın bu yoğun temposu, günün ve geçmişin yorgunluğu yırpatır hepimizi. Kitaplar, diziler ve filmler bir çeşit kaçış değil mi hepimiz için. Bazen bambaşka bir evrende olmak, yalnızca arafta, başka bir insanın duygularıyla, bakış açısıyla bakmak isteriz hayata. Yıllarca yazılarımı paylaşmakta hep zorluk çekmişimdir. Bu cesareti kendimde bulamamışımdır. Oysa ne kadarda yanlış bir fikirmiş bu. Hiç bir şey mükemmel olmak zorunda değil, tıpkı hiç bir insanın kusursuz olmadığı gibi. Amacım tanınmak ve ya öylesine takipçi kazanmak değil, gerçekten yazımı beğenen kişilerle bir topluluk yaratmak. Bana kusurlarımı söyleyin. Neyi yanlış yaptığımı, nasıl yaparsam kusuru düzeltebileceğimi anlatın bana. Şimdiden teşekkürlerimi iletiyor, size bolca sarılıyorum. İyi ki varsınız💚