Sabah alarmın lanet sesiyle uyandım, güne bu sesle uyanmaktan nefret ediyordum. Lavaboya gidip rutin işlerimi hallettikten sonra doğal sarı saçlarımı serbest bıraktım. Yüzüme makyaj yapmama gerek yoktu, sadece dudağıma kirazlı nemlendiricimi sürdüm- Eğer romanda olan aptal bir başrol olsaydım muhtemelen güne böyle başlardım. Şimdi ki gibi; nezarethane köşelerinde belim tutulmuş, gözlerim uykusuzluktan kan çanağına dönmüş ve şişmiş, saçlarım birbirine girmiş bir vaziyette değil.
Ayrıca doğuştan sarı saçlarım yoktu, koyu kahve saçlarım vardı... Ve benim, kiraza karşı alerjim vardı. Kirazlı kozmetik ürünlerine de...
Nezarethane köşelerine nasıl düştüğümü soracak olursak... Babam bizi gecenin bir yarısı karakolda görünce önce endişelenmiş, sonrasında ise olanları öğrenince küplere binmişti. Çok şükür, ailesinin dramına dayanamayan Ali Rıza Bey gibi kalbini tutup bayılmamıştı.
Ama bu birkaç dakika şoka girdiği gerçeğini değiştirmezdi. Bize bakıp, "Fuhuş operasyonu... Beyza... Kızlar... Fuhuş... Pavyon..." diye sayıklamıştı. İdrak etmesi biraz uzun sürmüştü, o süreçte açıkçası endişelenmiştim. Çünkü hiç babamlık hareket değildi bunlar. Koskoca başkomiseri ne hâle sokmuştuk.
Cengiz ve Ebru babamı düzeltmeye çalışmıştı, maksimum yardımları eline yüzüne kolonya sürmekti. Ben o esnada korkumdan babama yaklaşamıyordum, bana kitlenmiş vaziyette sanki kırmızıyı gören boğa gibi bakıyordu. Hatta bir ara korkuyla deve kuşu misali, Ceyda'nın arkasına sinmiştim...
Babam kendine gelince bir süre susmuştu, anın siniri ile kötü veya yanlış bir kelime kullanmamak için bizi nezarethaneye yollamıştı. İfademizi adilce sabah, operasyonda gözaltına alınan herkesle birlikte alacaktı, meslek etiğine önem verirdi.
Bize verdiği ceza buydu...
Aslında babama yakalanmamış olsaydık, Cengiz hemen ifademizi alıp bırakacak ve işin üstünü kapatacaktı. Öyle planlanmıştık. Ama babam operasyon ayrıntıları için özellikle Cengiz'i görmek istemişti, dolayısıyla bizim planlar suya düşmüş olmuştu, biz de nezarethaneye...
"Düştüm mapus damlarına öğüt veren bol olur..." diye ağlar tonda mırıldanan Ceyda'ya göz devirdim. "Düştüm mapus damlarına öğüt veren bol olur..." şarkının sadece bu kısmını söylüyordu. Neden yalnızca burayı söylediğini sorduğumda ise verdiği cevaba kocaman göz devirmiştim. Verdiği cevap şuydu: "Devamını bilmiyorum."
"Lan kes sesini yeter artık! Geceden beri susmadın! Bozuk plak gibi aynı kısmı söylüyorsun!" bağıran abla ile yerimde sıçradım. Biz üçümüz farklı bir bölüme alınmıştık, Cengiz bizi operasyonda yakalanan kişilerden ayrı yere koymuştu. Aramızda olan tek şey demirlerdi, onları görüyor ve duyuyorduk. Çünkü hemen yan tarafımızdalardı.
"Polis Bey! Polis Bey, alın beni bu manyakların yanından! Yemin ederim buradan çıkayım, değil pavyona uğramak gece yola çıkmayacağım! Namaza başlayacağım, kapanacağım! Alın beni! Pişmanım!" diye bağırdı demirlerin arasından.
"Oha karı imana geldi, abla sen ateistsin lan!" yanında oturan genç bir kız bunu değişik bir ifadeyle söylemişti.
"Ay Ebru gördün mü sayemde biri imana döndü." keyifle gülmüştü Ceyda. Ebru şaşkınlıkla kafasını salladı.
Görevli polis biz yokmuşuz gibi davranıyordu. Bize kıçını dönmüş masaya oturmuştu, bizi tınladığı yoktu...
Çıkınca babama söylerdim. İnsan görevini iyi yapardı, Allah Allah!
"Ben Demir Amca ve babama ne diyeceğim?" sesli düşünen Ebru'ya döndüm. Babası beyin cerrahıydı... Onların zekası genetikti. Demek ki bir anne çocuğuna salak dememeliydi, çünkü o çocuk onun genetiğini taşıyordu. Bir çocukta genetiğini seçemezdi değil mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAŞKOMİSERİN KIZI | Texting
Ficción General05***: Ya bir şey soracağım sence tembel hayvan ve koala yarışsa kim kazanır? Cengiz: Ne? 05***: Gayet ciddi soruyorum, sence hangisi alır? Cengiz: Ne bileyim ben? Cengiz: Saat gecenin üçü, aklına bu mu takıldı? Kimsin? 05***: Of evet merak edemez...