Yara bere içindeki soğuktan haraket ettiremediğim ellerimi montumun cebine koyup yavaş adımlarla gecenin bir vakti eve dönüyordum. Kaç gündür ağır tempoyla çalışmaktan bitkin düşmüş vücudumu hemen yatağa atmak için sabırsızlanıyordum. Dört duvar, bir çatıdan ibaret olan evime vardığımda anahtarımı sabah unuttuğum için kapı ziline bastım.
Kapıyı babam açtığında neftet dolu gözlerine baktım. İçimdeki çocuk çığlık çığlığa ağlarken hiç bir şey demeden içeri girip ayakkabılarımı çıkarıp merdivenlere yöneldiğim zaman "Keşke bu gece ölseydin de gelmeseydin." Dedi sakin bir sesle, gerçekten bunu dilermiş gibi.
Yumruğumu sıkarken yukarı çıkmaktan vazgeçtim ve ağrıyan vücuduma inat arkama dönüp nefret bakışlarına karşılık verdim.
"Ne yaptım ben sana?" Dedim durgun bir sesle.
Yüzüme öylece bakarken "Keşke siz ölseniz de ben de bu eve gelmek zorunda kalmasam."
Hiç acımadım bu cümleyi derken. İçimde onlara karşı sonsuz bir kin vardı. Hiç bir zaman bitmeyecek, küçük çocuğun ağlaması durana kadar da bitmeyecekti.
Cümlem biter bitmez yüzüme yediğim yumruk beklediğim bir şeydi. Öfkeden kırmızılaşmış yüzüyle bir kez daha yumruk atıp yere düşmemi sağladı. Yakamı tutup "Seni geberteyim mi şimdi?" Dedi iğrenç ses tonuyla.
Zaten yorgun olan vücudum iki darbeyle yeri boylamış, konuşacak bağıracak mecal bırakmamıştı bende. Dudağımdan akan kanın tadını alırken yüzümü buruşturdum.
"Gebertsene." Dedim zar zor çıkardığım sesimle.
Bunu dememle karnıma değen tekmelerin sayını kaybederken gözlerim kararmış, kendimi bırakmıştım. Dayanacak gücüm kalmamıştı.
Üşüyordum. Çok, çok soğuktu.
Gözlerimi açıp görüş açımı düzeltmeye çalışırken karşımda gördüğüm yol kaldırımıyla kirpiklerim ıslanmıştı. Zar zor doğrulduğumda tüm vücuduma giren sancıların yanı sıra ateşimin de olduğunu anladım.
Bir baba oğlunun tüm gece sokakta yatmasına izin verir miydi?
Sokağa atar mıydı?
Yanıma küçük bir köpek yavrusu geldiğinde derin bir iç çektim. Ondan farkım yoktu şuan. Ne sığınacak bir ailem, ne de gidecek bir evim vardı. Yapayalnızdım bu koca şehirde.
Ayağa kalkıp yalpalayarak okula doğru yürümeye başladım. Orada birşeyler yer, sıcak bir yerde uyurdum. Bu halde işe gitmem lazımdı daha. Derince oflarken çaresizliğime ağlamak istedim ama yapamıyordum, ağlayamıyordum. İçimde derin bir kara deliğe gönderdiğim duygular gün yüzüne çıkmak için debelense de, izin vermiyordum. Tüm duygularımı içimde bir yerlere, kuytu köşelere gönderirken gözümden yaş akması mümkün değildi. Kim bilir, belki de artık alışmıştım.
Sınıfa girdiğimde kimsenin yüzüne dahi bakmadan en arkadaki sırama yerleşip kafamı sıraya gömdüğüm gibi uyudum. Bir kaç saat sonra saçlarımda hiss ettiğim narin parmaklar ve endişeli bir şekilde konuşan ses tonuyla ayılmıştım. Gözlerimi araladığımda gözleri dolmuş Ada saçlarımı okşarken Sarp ise telefonda birşeyler konuşuyordu. Etrafıma baktığımda bir kaç öğretmenin de olduğunu gördüm.
O yoktu.İstemsizce burada olmamasına üzülürken Ada yüzüme bakıp "İyi misin?" Dedi sesi titreyerek.
Ölüyormuşum gibi davranıyorlardı.
"Ne...oldu?" Diye sorduğumda boğazımdaki acı bunu zorlaştırmıştı.
Sarp, sanırım annemi arıyordu.