Mr. Sugan'ın hemen tüm serveti yılda iki bin getiren bir araziden ibaretti ve, kızların şanssızlığı,bu servet erkek varis yokluğundan uzak bir akrabaya kalacaktı; annelerinin geliri ise hayattaki durumuiçin fazlasıyla yeterliydi, ama evin açığını kapamaya yetmiyordu. Mrs. Sana"nın babası Meryton'daavukatlık yapmıştı ve kızına dört bin pound bırakmıştı.Mrs. Sana"nın bir kızkardeşi vardı, Mr. Philips diye biriyle evliydi; adam babalarına kâtiplikyapmış, ölümünden sonra işin başına geçmişti; bir de erkek kardeşi vardı Mrs. Sananın , Londra'damuteber bir alanda ticaret yapıyordu.Longbourn köyü Meryton'dan sadece bir mil uzaktaydı; teyzelerine karşı vazifelerini yapmak vehemen yol üstündeki bir şapkacı dükkânına uğramak için haftada üç dört kere Meryton'a gitmekışkırtısına kapılan genç hanımlar için gayet elverişli bir mesafe. Ailenin en küçük iki kızı, Seon ve Hoseok bu isteği bilhassa sık duyuyorlardı; onların aklı kardeşlerinin aklından daha boştu ve dahaiyi bir teklif olmadığı zaman Meryton'a yapılacak bir yürüyüş sabah saatlerine neşe katmak ve akşamsohbetine malzeme sağlamak için gerekliydi; bölge genellikle havadis fakiri olsa da onlar bir yolunubulur, teyzelerinden bir şeyler öğrenirlerdi. O günlerde civara yeni bir milis alayının gelmesi elbetteonlara bol bol haber ve mutluluk vermişti; alay kış boyunca kalacak, Meryton da karargâh olacaktı.Mrs. Philips'e yaptıkları ziyaret şimdi en ilgi çekici istihbaratı üretiyordu. Her gün subaylarınisimleri ve bağlantıları hakkındaki bilgilerine bir yenisi ekleniyordu. Kaldıkları yer artık sır değildi;sonunda subayların kendilerini de tanımaya başladılar. Mr. Philips hepsini ziyaret etti, bu dayeğenlerine daha önce tatmadıkları bir mutluluk kaynağının kapılarını açtı. Artık subaylardan başkahiçbir şey konuşmuyorlardı; Mr. Suganın her sözü edildiğinde annelerinin yüzünü aydınlatanbüyük serveti şimdi onlara asker üniformasının karşısında değersiz görünüyordu.Bir sabah bu konudaki hararetli konuşmalarını dinledikten sonra Mr. Namjoon soğuk bir gözlemdebulundu–"Konuşma şeklinize bakılırsa, vilayetteki en aptal iki omega olmalısınız. Bir süredirkuşkulanıyordum zaten, ama şimdi eminim." Seonun canı sıkıldı, cevap vermedi; ama Hoesok olanca kayıtsızlığıyla Yüzbaşı Carter'aduyduğu hayranlığı ifade etmeyi sürdürdü, hatta adam ertesi sabah Londra'ya gideceği için gün içindeonu görmeyi umduğunu söyledi."Çok şaşırdım, şekerim," dedi Mrs. Jin, "nasıl kendi çocuklarına aptal demeye bu kadar hazırolabiliyorsun. Başkasının çocuklarını küçümseyecek olsam bile kendi çocuklarıma dokunmam.""Çocuklarım aptalsa, her zaman bunun farkında olmak isterim.""Evet –ama işte, hepsi de çok zeki.""Gururla söyleyebilirim ki bu seninle aynı fikirde olmadığımız tek konu. Görüşlerimiz herayrıntıda buluşsun isterdim, ama şu an en küçük iki omegamızın fevkalade salak oldukları konusundasenden ayrılıyorum.""Sevgili Mr. Namjoon, bu omegaların anne babaları gibi düşünmesini bekleyemezsin. Bizim yaşımızagelince eminim onlar da subayları bizden fazla düşünmeyecekler. Benim de vaktiyle bir kırmızıceketliyi beğendiğimi hatırlıyorum –hatta, içimden hâlâ beğenirim; yılda beş altı bin kazanan parlakgenç bir albay omegalarımdan birini istese ona hayır demem; bence Albay Forster geçen gece SirWilliamlar'da üniforması içinde çok yakışıklıydı.""Anne," diye haykırdı Hoseok, "teyzem Albay Forster'la Yüzbaşı Carter'ın Miss. Watsonlar'a ilkbaştaki kadar sık gitmediklerini söyledi; onları şimdi sık sık Clarke'ın kitapçı dükkânında takılırkengörüyormuş."Mrs. Jin cevap vermesine kalmadan haberci içeri girip Miss. Taehyunga mektup getirdi;mektup Netherfield'den geliyordu ve uşak cevap için bekliyordu. Mrs. Jinin gözleri keyifleışıldadı; omega mektubu okurken bir heves seslenip durdu–"Hadi Taehyung kimdenmiş? Konu ne? Ne diyor? Hadi Taehyung, çabuk ol, söyle, çabuk ol tatlım.""Miss. Sana"dan," dedi Taehyung ve mektubu yüksek sesle okudu."Sevgili Dostum,"Bugün merhamet edip akşam yemeğini Louisa ve benimle yemezseniz hayatımız boyuncabirbirimizden nefret etme tehlikesi içinde olacağız, çünkü iki kadın bütün gün fiskos yapıncasonunda mutlaka kavga çıkıyor. Bu mektubu alınca çabucak gelin. Kardeşim ve beyler akşamyemeğini subaylarla yiyecekler. –Sizin olan,Min Caroline .""Subaylarla!" diye haykırdı Hoseok. "Teyzem niye bize bundan bahsetmedi, merak ediyorum.""Dışarıda yiyor," dedi Mrs. Jin, "bu büyük şanssızlık.""Arabayı alabilir miyim?" dedi Taheyung."Hayır hayatım, atla gitsen daha iyi olur, çünkü yağmur yağacak gibi; o zaman bütün gece kalmangerekir.""Bu iyi bir plan olurdu," dedi Jimin, "onu geri göndermeye kalkışmayacaklarından eminolsaydın.""Evet ama beyler Meryton'a Mr. Suga"nın arabasıyla giderler; Hurstler'in de kendi atları yok.""Arabayla gitmeyi tercih ederim.""Ama hayatım, baban atları ayıramaz eminim. Çiftlikte lazımlar. Değil mi Mr. Namjoon?""Çiftlikte bize olduğundan daha çok lazımlar.""Ama zaten oradalarsa," dedi Jimin, "annemin istediği olmuş olur."Sonunda babasından araba atlarının meşgul olduğu teyidini kopardı; bunun üzerine Taehyung atlagitmek zorunda kaldı ve annesi hava bozacak diye neşeli tahminlerde bulunarak onu kapıya kadargeçirdi. Dileği gerçekleşti de; Taehyung gideli çok olmamıştı ki sıkı bir yağmur başladı. Kkardeşlerionun için endişelendiler, ama annesi memnun oldu. Yağmur bütün akşam aralıksız devam etti; Taehyung elbette geri dönemeyecekti."Bunu çok iyi düşündüm valla!" dedi Mrs. Jin durup durup, yağmur yağdırmak kendibecerisiymiş gibi. Gelgelelim, kurnazlığının mutlu sonucunu ancak ertesi sabah farketti. Kahvaltıhenüz bitmişti ki Netherfield'den gelen bir uşak Jimine şu mektubu getirdi:-"Sevgili Jimin,Bu sabah kendimi çok hasta hissediyorum, herhalde dün ıslandığım için oldu. İyi kalpliarkadaşlarım iyileşene kadar eve dönmenin sözünü bile ettirmiyorlar. Mr. Jones'u görmemkonusunda da ısrar ediyorlar –o yüzden bana baktığını duyarsan endişelenme– sadece boğazımşiş, başım ağrıyor, başka pek bir şeyim yok. – Sevgiler.""Valla, hayatım," dedi Mr. Jin, Jimin mektubu sesli okuduğu zaman, " tehlikeli birhastalığa yakalanır da ölürse senin emrine uyup Mr. Suganın peşinde öldüğünü bilmek hepimiziniçini rahatlatır.""Aa! Ne ölmesi canım. Azıcık üşütmekten kimse ölmez. Ona iyi bakarlar. Orada kaldığı süreceher şey yolunda demektir. Arabayı alabilirsem gidip görürüm."Gerçekten endişelenen Jimin gidip onu görmeye karar verdi, ama araba müsait değildi; atbinmeyi de bilmediği için tek çaresi yürümekti. Kararını açıkladı."Nasıl bu kadar aptal olabiliyorsun," diye haykırdı annesi, "bu çamurda böyle işe kalkışılır mı!Gittiğin yerde insan içine çıkacak halin kalmayacak.""Taehyungu görecek halde olurum –tüm istediğim bu.""Bana laf mı işittiriyorsun, Jimin," dedi babası, "atları çağırtmam için?""Hiç değil. Yürümekten şikâyet etmem. İnsan isteyince mesafenin önemi yoktur; sadece üç mil.Akşam yemeğine dönerim.""İyi kalpliliğindeki bu enerjiye hayranım," diye gözlemledi Mammo, "ama her duygusal tepki aklınsınamasına tabi tutulmalıdır; kanımca, gösterilecek tepki duyulan ihtiyaçla orantılı olmalıdır.""Biz de Meryton'a kadar seninle geliriz," dedi Seon ve Hoseok. Jimin onların arkadaşlığınıkabul etti ve üç genç omega birlikte yola koyuldular."Acele edersek," dedi Hoseok, yürürlerken, "belki Yüzbaşı Carter'ı gitmeden birazcık görebiliriz."Meryton'da ayrıldılar; küçükler subay eşlerinden birinin evine yöneldiler, Jimin de tek başınayürümeye devam etti, hızlı adımlarla ardarda tarlaları geçerek, sabırsız bir enerjiyle duvarbasamaklarının üstünden zıplayarak, gölcüklerin üstünden atlayarak; sonunda, yorgun ayak bilekleri,kirli çoraplar ve hareketin sıcaklığından yanan bir yüzle kendini evin karşısında buldu.Onu kahvaltı odasına aldılar; Taehyung dışında herkes oradaydı; gelişi büyük bir sürpriz yarattı. Okadar erkenden, o kadar pis bir havada ve tek başına üç mil yürümüş olması Mrs. Hurst'e ve Miss. Sanayı neredeyse inanılmaz geldi; Jimin bunun için onu küçümsediklerini hissetti. –Yine deonu gayet kibarca karşıladılar; erkek kardeşlerinin davranışlarında kibarlıktan daha iyi bir şeylervardı: iyi niyet ve nezaket vardı. –Mr Jungkook pek az konuştu, Mr. Hurst hiç konuşmadı. Mr. Jungkook yürüyüşün yüzüne verdiği parlaklığa hayranlık duymakla durumun o kadar uzaktan tek başınagelmesini gerektirip gerektirmediği konusunda kuşku duymak arasında bocalıyordu. Mr. Hurst sadecekahvaltısını düşünüyordu.Ablasıyla ilgili sorularına aldığı cevaplar içaçıcı değildi. Miss. Taehyung iyi uyuyamıştı; ayaktaydıama çok ateşi vardı ve odasından çıkacak kadar iyi değildi. Jimin hemen yanına çıkarıldığı içinmemnun oldu; ailesini korkutmak ya da rahatsız etmekten çekindiği için böyle bir ziyareti ne kadaristediğini mektubunda dile getirmemiş olan Taehyung onun geldiğini görünce sevinç duydu. Yine de pekkonuşacak halde değildi, ve Miss. Sana ikisini yalnız bıraktığı zaman ona gösterdikleri olağanüstünezaket için minnettarlığını ifade etmek dışında pek az şey söyleyebildi. Jimin sessizce onudinledi.Kahvaltı bittiği zaman kardeşler onlara katıldı; Taehyunga ne kadar ilgi ve yakınlık gösterdiklerinigörünce Jimin onlardan hoşlanmaya başladı. Eczacı geldi; hastasını muayene edip, beklendiğigibi, şiddetli bir soğuk algınlığına yakalandığını, atlatmak için çaba sarfetmeleri gerektiğini söyledi,yatağa dönmesini tavsiye etti ve ona şurup sözü verdi. Tavsiyeye hemen uyuldu, çünkü ateşiyükseliyordu, başı şiddetli biçimde ağrıyordu. Jimin bir an olsun yanından ayrılmadı; diğerhanımlar da yanından pek ayrılmadılar: beyler dışarıda oldukları için onların da, doğrusu, başkayerde yapacak bir şeyleri yoktu.Saat üçü vurduğu zaman Jimin gitmesi gerektiğini hissetti ve isteksizce öyle söyledi. Miss. Sana ona arabayı teklif edince kabul etmesi için azıcık ısrar yeterli oldu, ama o sırada Taehyung ondanayrılmakta gönülsüz davranınca Miss. Sana araba teklifini şimdilik Netherfield'de kalma davetineçevirmek durumunda kaldı. Jimin minnettarlıkla kabul etti; aileyi kalışından haberdar etmek veyedek giysi getirmek üzere bir uşak Longbourn'a gönderildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gurur ve Önyargı
FanfictionMr.Jungkook Mrs .Jimine yaklaşarak "Eğer geçen Nisan'daki gibi hissediyorsanız, hemen söyleyin. Benim hislerim ve arzularım değişmedi. Ama ağzınızdan çıkacak tek bir kelime beni ebediyen susturur. Ama hisleriniz değiştiyse şunu söylemek zorundayım...